Bediüzzaman’ın Barla’daki hususi mescidindeki ibadetine ve hususî surette iman dersi sohbetlerine, 1929-1932 ve 1934’te olmak üzere, üç defa fi’ilî tecavüzler yapılmıştı. Son defasında mescidini kapatmak ve kapısını mühürlemek suretinde olmuştu. Menemen hadisesinden bir sene sonraya rastlıyan ikinci tecavüz ve tahrik hadisesi zamanında, Isparta’daki Nur talebelerinin bazıları da karakollara çağrılmış ve tehditlerde bulunulmuştu.(66) Anlaşılan odur ki; plân aslında genişçe hazırlanmıştı. Çünki nihayette Hazret-i Bediüzzaman’ı 1934 senesi yaz aylarında Barla’dan alıp Isparta merkezine getirmişlerdi.
Hazret-i Üstâd’ın, bu keyfi, küfrî muameleler karşısında rahatsızlığı ve sıkıntısı çok ziyade idi. Bu alçakça bed-muameleler onun izzetine, şehameti fıtriyesine çok fazla dokunmuştu. Hayatında en cebbar ve zalim kumandanlara karşı tezellüle tenezzül etmemiş olan Hazret-i Bediüzzaman gibi bir insanın, böyle bir kaç fasık ve vicdansız me’murlar tarafından ta’ciz edilmesi şüphesizki, onun asabına çok dokunmuştu. Maddî kuvvetle karşı koymak ise, onun hayatında ve mesleğinde yeri yoktu. 1929’dan 1934’e kadar zaman zaman ona reva görülen bed muamelelere karşı münafıkların başını dağıtacak nitelikte; ilim, akıl, hikmet ve hakikat meydanında elmas kılınç gibi kuvvetli ve cerh edilmez birer cevabî mukabele yazmakla yetiniyordu.
Bu risaleler ve cevablar Onüçüncü Mektub, Onaltıncı Mektup ve onun zeyli, Yirmisekizinci Mektub’un Dördüncü Mes’elesi, Yirmidokuzuncu Mektub’un
{Osmanlıca Lem’alar, s: 151.}
Altıncı Kısmı olan Hücumat-ı Sitte ve onun zeyli olan Es’ile-i Sitte risalesi ve Yirmiikinci Lem’a gibi risalelerdir.
Bu risaleler; hakikat, ilim ve mantık sahasında onları ağız açamıyacak şekilde susturuyordu. Evet susturuyordu amma, hakikat noktasında mağlub oldukları zaman, bu defa hükûmet kuvvetine dayanarak, maddî kuvvete müracaat ediyorlardı. Halbuki, hak ve hakikat maddi kuvvette değil, ilimde, akılda ve hukukta idi.
Bu yüzden, Hazret-i Üstâd’ın bu zulümlü keyfi işkencelere, tâğiyane taarruz ve bed muamelelere karşı izzet-i imaniyesi ve şehamet-i fıtriyesi dahilden heyecana gelmiş, asabına şiddetle dokunmuştu. Bir sene zarfında, yani 1934 senesi içinde dokuz tane mübarek dişlerinin düşmesiyle
{Osmanlıca firhist risalesi,s:87.}
kendini göstermişti. Bu zulümlü, tecavüzlü sene içinde İzmir zelzelesi de vuku’ bulmuştu.
{Osmanlıca lemalar,s:154.}
Hazret-i Üstâd, o zelzele münasebetiyle küçük bir risale te’lif etmiş,
{Ondördüncü Söz'ün hatimesi olan"gafil kafaya bir tokmak ve bir ders-i ibret" risalesidir.}
dinsiz maddiyunların o zelzeleyi tesadüfî ve tabiî diye yorumlamalarına
Hazret-i Üstâd’ın, bu keyfi, küfrî muameleler karşısında rahatsızlığı ve sıkıntısı çok ziyade idi. Bu alçakça bed-muameleler onun izzetine, şehameti fıtriyesine çok fazla dokunmuştu. Hayatında en cebbar ve zalim kumandanlara karşı tezellüle tenezzül etmemiş olan Hazret-i Bediüzzaman gibi bir insanın, böyle bir kaç fasık ve vicdansız me’murlar tarafından ta’ciz edilmesi şüphesizki, onun asabına çok dokunmuştu. Maddî kuvvetle karşı koymak ise, onun hayatında ve mesleğinde yeri yoktu. 1929’dan 1934’e kadar zaman zaman ona reva görülen bed muamelelere karşı münafıkların başını dağıtacak nitelikte; ilim, akıl, hikmet ve hakikat meydanında elmas kılınç gibi kuvvetli ve cerh edilmez birer cevabî mukabele yazmakla yetiniyordu.
Bu risaleler ve cevablar Onüçüncü Mektub, Onaltıncı Mektup ve onun zeyli, Yirmisekizinci Mektub’un Dördüncü Mes’elesi, Yirmidokuzuncu Mektub’un
{Osmanlıca Lem’alar, s: 151.}
Altıncı Kısmı olan Hücumat-ı Sitte ve onun zeyli olan Es’ile-i Sitte risalesi ve Yirmiikinci Lem’a gibi risalelerdir.
Bu risaleler; hakikat, ilim ve mantık sahasında onları ağız açamıyacak şekilde susturuyordu. Evet susturuyordu amma, hakikat noktasında mağlub oldukları zaman, bu defa hükûmet kuvvetine dayanarak, maddî kuvvete müracaat ediyorlardı. Halbuki, hak ve hakikat maddi kuvvette değil, ilimde, akılda ve hukukta idi.
Bu yüzden, Hazret-i Üstâd’ın bu zulümlü keyfi işkencelere, tâğiyane taarruz ve bed muamelelere karşı izzet-i imaniyesi ve şehamet-i fıtriyesi dahilden heyecana gelmiş, asabına şiddetle dokunmuştu. Bir sene zarfında, yani 1934 senesi içinde dokuz tane mübarek dişlerinin düşmesiyle
{Osmanlıca firhist risalesi,s:87.}
kendini göstermişti. Bu zulümlü, tecavüzlü sene içinde İzmir zelzelesi de vuku’ bulmuştu.
{Osmanlıca lemalar,s:154.}
Hazret-i Üstâd, o zelzele münasebetiyle küçük bir risale te’lif etmiş,
{Ondördüncü Söz'ün hatimesi olan"gafil kafaya bir tokmak ve bir ders-i ibret" risalesidir.}
dinsiz maddiyunların o zelzeleyi tesadüfî ve tabiî diye yorumlamalarına
Yükleniyor...