Böylece şark’ın meşhur şeyhleri, aşiret reisleri ve ağaları bir iki istisna hariç herkes kendi memleketlerine, aşiretlerinin başına döndü. Fakat Bediüzzaman’ın istisnalığı çok başka idi. Kasaba, kaza ve vilâyetlere, hatta Barla’nın bitişiğindeki bir köye dahi gitmek münhasıran ona yasaktı. Tek başına bir köyde iskana tabi’ tutulmuş, hiç kimseyle bilhassa şarklı olan bir hemşehrisi ile görüşmesi kesinlikle yasak edilmişti. En yakın bir yere gidebilmesi dahi nahiye müdürünün iznine bağlıydı. Bütün bunlar yetmemiş gibi, hususi üç dört kişilik mescidindeki ibadet şekline de, mescid içinde hususi Ezan-ı Muhammedîsine de ve yine iki üç kişilik cemaatle namaz kılmasına da müdahale ediliyordu. Hatta 1930’lardan sonraki yıllarda sırf imanî ve uhrevî ve dinî bir meseleyi öğrenmek için yanına gelen herkese dikkat ediliyor, bazan karakola celb edilip sorgulamaları yapılıyordu. Yine bütün bunlar yetmiyormuş gibi, Hazret-i Üstâd’ın imanî ve Kur’ânî olan risalelerine karşı duyulan alâka ve muhabbeti kırmak ve bozmak için çeşitli iftira ve yalan kampanyası da resmî ellerle yürütülüyordu. Bunlardan birisi,

(61) şualar, Envar Neşriyat, s: 656.

(62) Aynı eser, s: 660.

(63) Aynı eser, s: 661.

(64) Osmanlıca Sikke-i Tasdik, s: 75.

(65) Mektubat, s: 373.

birinci derecede Hazret-i Üstâd’ın Kürtlüğü işa’aya çalışılıyordu. Bundan maksat, ta ki onunla bağlanan ve Türk olan talebelerinin millî asabiyetleri tahrik olsun diye... Bu işde eğitilmiş vicdansız bir muallim Barla’ya yerleştirilerek, hem MİT hesabına Üstâd’ın tüm hareketleri rapor ediliyor, hem de gençler arasında Üstâd’ın Kürtlüğü menfi bir şekilde propaganda ediliyordu. Bundan bir şey çıkarmayınca, bu defa aynı muallim kanalıyla ve onun aldatılmış Müftü babasının yardımıyla, Barla’da Bediüzzaman’a karşı “Türk Yurdu” namı altında bir fesat ocağı açtırılıyordu. Barla’lı gençlere, Risale-i Nur’a karşı rekabet olsun diye Cengiz ve Hülâgu gibi keferelerin hayat hikayeleri anlatılmaktaydı. Güya bu bir Türk milliyetçiliğiydi. Bir taraftan da Hazret-i Üstâd’ın geçim meselesi dedikodu yapılıyordu ve hakeza...

O aziz insan, o kahraman kumandan, o büyük hamiyetkâr insan, o en keskin ferasetli vatanperver, o en hakiki milliyetçi.. Ve o ilimde sultan, ma’rifette hakan, o dinde en müstakim rehber, en hakikatlı allâme olan Bediüzzaman -ki o tarihlerden altı sene önce, Ankara’da Millî Hükûmetin ileri gelenleri ve başta Reis-i Cumhuru, orada beraberlerinde çalışması için maddî olan herşeyi, her ikbali ayaklarının önüne sermişlerken, her mevkii bezl etmişlerken ve tüm arzularının yerine getirileceğini ta’ahhüd etmişlerken; şimdi ise, aynı adamların emriyle, fasık bir nahiye müdürünün, bir jandarma çavuşunun eliyle böylesi tazyiklere ve sıkıntılara maruz bırakılıyordu.

Evet, o vicdansızca taarruzların, o alçakça keyfi muamelelerin, o zendeka hesabına küfrî uygulamaların başlangıcı da, Barla hayatı itibarıyla 1928’den 1934’lere kadar çeşitli suret ve şekillerde uygulanıyordu. 1934’de ise, bu muameleler en vicdansızca ve katmerli bir zulüm suretini almış, hususi mescidinin kapısı kilitlenip mühürlenmekle kendini göstermişti.

Yükleniyor...