İşte Tahiri Ağabey diyorki:
“Üstâd Hazretleri Barla’da bulunduğu yıllarda, yani 1930 senesinde ismini duymuştum. Fakat bilfiil Risale-i Nur hizmetine girmemiştim. Risale-i Nur hizmetine başlamam 1935’ten sonra olmuştu. O yıllarda (Üstâd Barla’da iken) bizim Atabey’den ve civar köylerden Üstâd’ın yanına giden ve ona talebe olanlar vardı. Küçük Lütfü, Mes’ud, Hafız Ali ve Küçük Zühdi gibi...Bu arkadaşlar daha sonra Eskişehir hapsine de girmişlerdi. Küçük Lütfü, Eskişehir hapsinden döndükten sonra vefat etmişti. Kendisi Hafız Ali’nin de akrabası olurdu. Cenazesine biz de gitmiştik. Definden sonra, merhum Hafız Ali Efendi, imam, Hafız Mustafa’ya beni göstererek: “Lütfü’nün yerini boş bırakmıyalım... Tahirî, Lütfü’nün yerini alır.”demişti. Demek kısmetimiz varmış, Cenab-ı Hak nasib etti.”
{Son Şahitler-2,:89.}
Merhum Tahiri Ağabey’in diğer hatraları, Hazret-i Üstâd’ın 1936 yılında Kastamonu’ya gitmesinden sonraki yıllara aittir. İnşaallah onlarıda yerinde ve zamanında kaydedeceğiz.
İşte Hazret-i Üstâd Bediüzzaman Said-i Nursî’nin 1926-1935 yılları arasında, Barla ve Isparta hayatında ona talebe olmuş, manevî cihad-ı diniyesi safında asker olmuş, hizmetkâr olmuş, ilmine fazlına ve kemaline hayran olmuş, Nuruna pervane olmuş çok bahtiyar insan vardır. Bunların birçoğu da Hazret-i Üstâd ve Nur Risaleleri hakkında hissiyatlarını ifade eden takriz mektupları kaleme almışlar, fıkralar yazmışlardır. Barla Lahikası’nda -Bilhassa eski yazı asıllarında- bu fıkraların bir çoğu kaydedilmiştir. Saff-ı evvel ve sabikîn-i evvelîn olan bu bahtiyar nurlu zümrenin içinde büyük âlimler, şeyhler, hafızlar ve zabitler çoktur. Ceberut ve tuğyan dönemi olan o devirde bu zatların her tehlikeyi göze alarak, Bediüzzaman Hazretleri’nin Nur dairesine, Kur’ân kal’asına, iman gemisine dahil olmaları ve onunla birlikte ve onun mânevi ordusunda mücahid birer asker olmaları, Asr-ı Saadet’teki sahabelerin kudsî hallerini andırır bir tarzdadır. Belki bu noktadan denilebilirki, şimdiye kadar Ümmet-i Muhammed’de (A.S.M.) din için, iman için, Kur’ân için hizmet ve cihad yapanların içinde, bunların yaptıkları hizmet ve ettikleri fedakârlıktan dolayı -zamanın ve asrın dehşetine
“Üstâd Hazretleri Barla’da bulunduğu yıllarda, yani 1930 senesinde ismini duymuştum. Fakat bilfiil Risale-i Nur hizmetine girmemiştim. Risale-i Nur hizmetine başlamam 1935’ten sonra olmuştu. O yıllarda (Üstâd Barla’da iken) bizim Atabey’den ve civar köylerden Üstâd’ın yanına giden ve ona talebe olanlar vardı. Küçük Lütfü, Mes’ud, Hafız Ali ve Küçük Zühdi gibi...Bu arkadaşlar daha sonra Eskişehir hapsine de girmişlerdi. Küçük Lütfü, Eskişehir hapsinden döndükten sonra vefat etmişti. Kendisi Hafız Ali’nin de akrabası olurdu. Cenazesine biz de gitmiştik. Definden sonra, merhum Hafız Ali Efendi, imam, Hafız Mustafa’ya beni göstererek: “Lütfü’nün yerini boş bırakmıyalım... Tahirî, Lütfü’nün yerini alır.”demişti. Demek kısmetimiz varmış, Cenab-ı Hak nasib etti.”
{Son Şahitler-2,:89.}
Merhum Tahiri Ağabey’in diğer hatraları, Hazret-i Üstâd’ın 1936 yılında Kastamonu’ya gitmesinden sonraki yıllara aittir. İnşaallah onlarıda yerinde ve zamanında kaydedeceğiz.
İşte Hazret-i Üstâd Bediüzzaman Said-i Nursî’nin 1926-1935 yılları arasında, Barla ve Isparta hayatında ona talebe olmuş, manevî cihad-ı diniyesi safında asker olmuş, hizmetkâr olmuş, ilmine fazlına ve kemaline hayran olmuş, Nuruna pervane olmuş çok bahtiyar insan vardır. Bunların birçoğu da Hazret-i Üstâd ve Nur Risaleleri hakkında hissiyatlarını ifade eden takriz mektupları kaleme almışlar, fıkralar yazmışlardır. Barla Lahikası’nda -Bilhassa eski yazı asıllarında- bu fıkraların bir çoğu kaydedilmiştir. Saff-ı evvel ve sabikîn-i evvelîn olan bu bahtiyar nurlu zümrenin içinde büyük âlimler, şeyhler, hafızlar ve zabitler çoktur. Ceberut ve tuğyan dönemi olan o devirde bu zatların her tehlikeyi göze alarak, Bediüzzaman Hazretleri’nin Nur dairesine, Kur’ân kal’asına, iman gemisine dahil olmaları ve onunla birlikte ve onun mânevi ordusunda mücahid birer asker olmaları, Asr-ı Saadet’teki sahabelerin kudsî hallerini andırır bir tarzdadır. Belki bu noktadan denilebilirki, şimdiye kadar Ümmet-i Muhammed’de (A.S.M.) din için, iman için, Kur’ân için hizmet ve cihad yapanların içinde, bunların yaptıkları hizmet ve ettikleri fedakârlıktan dolayı -zamanın ve asrın dehşetine
Yükleniyor...