Hulusi Bey’in şifahî Hatıraları

Birinci Hatırası; (Eğridir’de iken, iki sene zarfında Üstâd Hazretleri’ni altı defa ziyaret eden Hulusi Bey ilk ziyaretiyle ilgili hatırasını şöyle anlattı:)

“... Eğridir’de iken, cami’ cemaatından ve ev komşumuz meczub şeyh Mustafa

{Şeyh Mustafa,1890 yılında Eğidir'de dünyaya gelmiş,1959 sonlarında vefat etmiştir.Cezbehalleri ve kerametleri çok görülen bu zat,âlim bir insandı.A.B.}



adında bir zat vardı. Camiden her çıkarken, müteaddit defalar bana: “Senin derdinin dermanı Barla’dadır. Orada bir zat vardır, Onu ziyaret etmelisin!” diyordu. şeyh Mustafa, kendi el yazısı olan Üstâd’ın bir Risalesini bana vermişti. Okumamı söyledi. Fakat öyle bir yazı ki, yazıdan başka her şeye benziyordu. O risaleden fazla bir şey istifade edemedim.

Nihayet 14 Nisan 1929’da, Dağ talimgâhından üç tane at tedarik ederek, ben, meczub şeyh Mustafa, bir nefer asker ve iki zat daha Barla’ya doğru yola düştük. Yolda nöbetleşerek atlara binildi. Tabiri caiz ise adeta Hazret-i Ömer’in kölesiyle birlikte Kudüs şehrine yolculuk yaptığı şekilde gittik. Nihayet Barla’ya vardık. Ben daha önceleri, yani 1925 yıllarında Bediüzzaman Said-i Kürdî diye bir zat duymuştum. Fakat onu bir tarikat şeyhi olarak tasavvur ediyordum. Kendi kendime “Elbet bir gün onu bulur ziyaret eder, intisab ederim” diyordum. Bu ilk ziyaretimde o niyet ve sâikle gidiyordum.

Barla’nın Karaca Ahmet Sultan mevkiine gelmiştik. Orada taze bir abdest aldık ve Barla’ya doğru gidiyorduk. Fakat ben çok heyecanlıydım. “Ya bu zat, iç yüzümüzü okur da, günahlarımızı görür, kabul etmezse!..“ diye düşünüyordum. Ama yok, o zat âli-cenablık yaptı. Kusur ve hatalarımıza göre muamele yapmadı. Elhamdülillah bizi kabul etti, içeri aldı. İçeriye odasına girdik, ziyaret ettik. Henüz ayakta idik, oturmamıştık. Herhangi bir şey de söylememiştim.. Benim kolumdan tuttu ve “Kardeşim! Ben şeyh değilim, imamım. İmam-ı Rabbanî, İmam-ı Gazalî gibi bir imamım” dedi.

Oturmamızı emretti, oturduk.. Konuşmaya, sohbete başladı. Mukadder suallerimizi cevablandıracak bir çok mes’elelerimize temas etti, halletti. Kendi şive tarzıyla konuşuyordu. İşte bu ilk sohbette benim gönlüm artık hakikat ateşiyle tutuşmaya başladı. Meseleyi kavradım. O zatın nasıl bir vazifeyle muvazzaf olduğunu anladım. Bütün kalbimle ona teslim oldum. İmanî ve Kur’ânî olan hizmet yoluna ben de girdim. İşte Risale-i Nur’un parlaması da Elhamdülillah o tarihte başladı.

Hazret-i Üstâd, sohbet ederken, hep şeyh Mustafa’yı muhatab alıyordu. şeyh Mustafa ise, Hazret-i Üstâd’ın hitap ve tevcihlerine dayanamıyor, kalkıp kalkıp yer değiştiriyordu. Bazan çocukça hareketler yapıyordu. Hazret-i Üstâd da, arada sırada lâtifeden ona tokat da vuruyordu. O da; “Efendim Hulusî Bey’i size ben getirdim” diyordu.

Yükleniyor...