“Üstâdımız Barla’ya geldikten sonra, başlattığı Risale-i Nur te’lifatıyla ve bizlere müşfikane iman dersleri vermesi münasebetiyle bir gün bana demişti ki: “Siz padişah çocukları olduğunuz için, yanıma ders almaya gelmek değil, belki ben sizlere ders vermek için ayağınıza getirildim. Çünki eskiden, padişahlar çocuklarını medreseye hocaların yanına göndermiyorlardı. Belki memlekette iyi âlim, iyi Üstâd kim ise, onları bulur, sarayına götürür, çocuklarını okuttururlardı.

Aynen öyle de, sizler de İslâmiyet’e büyük hizmetleriniz ve ecdadınızın İslâm bayraktarlığı yapmaları hasebiyle, Cenab-ı Hak sizleri bir padişah çocuğu gibi yanıma ders almaya göndermeyip, belki beni sizin ayağınıza getirerek ders verdirdi.” mealinde dinlemiştik.

İkinci Hatırası: Santral Sabri Ağabey’e Hazret-i Üstâd’ın hediye etmiş olduğu bir cübbesinin harika vak’asiyle ilgilidir. Bu rivayet yine Tahirî Ağabey ve Mustafa Sungur Ağabeylerden gelmektedir:

“Bir gün Bedre yakınlarındaki bir korulukta yangın çıkıyor. Sabri Efendi bu alevleri ne yaptıysa söndüremiyor, önliyemiyor. En sonunda aklına bir şey geliyor; sırtındaki Üstâd’ından yadigâr ve hediye olarak bulunan mübarek cübbeyi çıkararak, ateş alevlerine doğru uzatıyor. Dalga dalga yayılmak istidadı gösteren kızıl alevlere böyle sesleniyor: “Yak, işte yakabilirsen! Bu Bediüzzaman’ın cübbesidir. Haydi bakalım yakabilecek misin?” diyerek ateşe doğru mübarek cübbeyi uzatarak ilerliyor.

Az sonra alevler çekilmeye başlıyor ve zaifleniyor ve nihayet yavaş, yavaş sönüp gidiyor.

Bu hadise Hazret-i Üstâd’a da intikal etmiş, sevgili Üstâd tebessüm ederek, sadık talebesi mübarek Santral Sabri Efendi’ye şöyle demiş: “Keçel-i keçel. Beni orman koruyucusu mu yaptın” diye iltifatlarda bulunmuştur.


Yükleniyor...