12- Bu kanunlara benzer diğer bir hadise ise, 1932’lerde, Kur’ân’ın tercümesi meselesi ve cami’lerde Türkçe ezan gibi namazın içinde bile Türkçe olarak okutturulması

{Nitekim 22 Ocak 1932'de bedbaht bir hafız,İstanbul Yerbatan Camii'nde cemaate Türkçr olarak Kur'an diye bir şeyler okumak küstahlığını yapmıştı.(Bkz.50 yılın Tutanağı,s:51.)



dedikodusu ortalıkta dolaşmış oldu. Dinsiz farmasonlar, henüz niyette olan bu acib cinayeti gerçekleştirmek için durmadan körüklüyorlardı. Bununla camilerde Tükçe ezan ve kamet gibi, Kur’ân’ı da Türkçeleştirerek namaz sûreleri yerine okutulmak niyeti apaçık gözükmekteydi. Bundan asıl hedef, dinsiz komitelerin sinsi olan şu niyeti idi: “Kur’ân Türkçe’ye tercüme edilsin, ta ne mal olduğu bilinsin.” Yani onun lüzumlu, hikmetli, i’cazlı, mu’cizli, faydalı tekrarları; Türkçe tercümesinde lüzumsuz olduğu görünsün, neticesinde de mü’minlerin imanları zedelensin, i’tikadları sarsılsın diye...

İşte Hazret-i Üstâd Bediüzzaman, üstte sıraladığımız kanunların esnek ve müsaid deliklerinden girip, İslâm’ın kudsî harimine el atmak isteyen benzeri menhus niyet ve şeytanî plânların farkına varmış, Kur’ân’ın i’cazî merkezinden aldığı ilham ışıklarıyla; o mahud planların kökünü ilmî kanunlarla kal’ edecek eserler yazmış, mukabeleler de bulunmuştu. Tam o sıralarda te’lif edilen 29. Mektub’un hemen hemen tamamını Kur’ân’ın i’cazına hasretmiş.. Ve Kur’ân’ın tercümeye gelmez bir kitap olduğunu ispatlamıştı. Üstâd’ın yürüttüğü bu hizmeti ile ve o ma’hud plânlara karşı arslanlar gibi ilmî ve aklî şekilde mukabele edip durması ile; ehl-i imanı şard u hürrem ettiği gibi, ehl-i küfrün küfriyatlarını ve menhus niyetlerini de tar u mar etmişti.

Bu mezkûr hadise hakkında Hazret-i Bediüzzaman, Denizli hapsinden çıktıktan ve Emirdağı’na geldikten bir kaç ay sonra, yani 1945 Nisanı’nda kaleme aldığı bir risalesinde böyle der:

“... Bundan oniki sene evvel işittim ki, en dehşetli ve muannid bir zındık, Kur’ân’a karşı sû-i kastını tercümesiyle yapmaya başlamış ve demiş ki: “Kur’ân tercüme edilsin, ta ne mal olduğu bilinsin.” Yani lüzumsuz tekraratı herkes görsün ve tercümesi onun yerinde okunsun, diye dehşetli bir plân çevirmiş. Fakat Risale-i Nûr’un cerh edilmez hüccetleri kat’î ispat etmiş ki: Kur’ân’ın hakikî tercümesi kabil değil.. Ve lisan-ı nahvî olan lisan-ı Arabî yerinde Kur’ân’ın meziyetlerini ve nüktelerini başka lisan muhafaza edemez.. Ve her harfi on adetten bine kadar sevab veren kelimat-ı Kur’âniye’nin mu’cizane ve cem’iyetli tabirlerinin yerini beşerin adî ve cüz’î tercümeleri tutamaz, onun yerinde camilerde okunmaz diye Risale-i Nur her tarafta intişarı ile o dehşetli planı akim bıraktı...“

{Şualar-Envar Neşriyet,s:233.}






Yükleniyor...