Isparta Merkezin’den

Barla Nahiyesi’ne Getirilişi

Bilinmiyen Taraflarıyla Said-i Nursî kitabında; Üstâd’ı Eğridir’den Barla’ya muhafız olarak getiren, Isparta’nın Gelendost ilçesinin Yenice köylüsü jandarma eri şevket Demiray’dan rivayet edildiğine göre;

{Bilinmeyen Taraflarıyla Said-i Nursi,6.Baskı,s:262.}



1926 yılının birinci cemresinin düştüğü bir zamanda, Hazret-i Üstâd Bediüzzaman Barla’ya, sekiz buçuk sene kalacağı en mübarek bir menziline gelmiş bulunuyordu. Birinci cemrenin düştüğü günler ise, 20 şubat günlerine rastlar. Bediüzzaman’ı Eğridir’den Barla’ya götüren jandarma erinin bu hadiseden dolayı halk arasında şöhret kazandığı ve “Bediüzzaman’ı Barla’ya götüren şevket” diye lâkablandığı söylenmektedir.

Hadiseyi Jandarma şevket Demiray’dan dinliyoruz:

“Eğridir pazarından

{Eğridir pazarı o günlerden beri hep perşembe günü oluyor.Buna göre Hazret-i Üstâd'ın Barla'ya ayak bastığı gün mübarek cuma günüdür,denilebilir.A.B.}



bir gün sonra, sabahleyin beni Belediye’den çağırdılar. Gittim. Orada kaymakam, jandarma kumandanı, Belediye encümen azaları ve bir de kırk yaşlarında gözüken başında sarığı, sırtında cübbesi olan, bakışları heybetli bir zat-vardı. Jandarma kumandanı bana hitaben:

“Bak oğlum, bu Hoca efendiyi alıp Barla’ya götüreceksin. Bu zat meşhur Bediüzzaman Said Efendi’dir. Vazifen çok mühimdir. Oraya karakola teslim edince, evrakları imzalatır, döner durumu buraya da bildirirsin” dedi.

Baş üstüne diye vazifeyi aldım.. ve oradan Hoca Efendi ile çıktım. Yolda “Hocam sen benim atamsın, kusura bakma, ne yapalım vazifedir” dedim. İskeleye geldik, orada bir kayıkçı ile anlaştık. Elli kuruşa götürmeyi kabul etti. Kayık parasını Bediüzzaman Efendi çıkardı verdi. Sonra on kuruşu vererek, bir kilo çekirdeksiz kuru üzüm aldırdı. Kayığa binerken, eşya olarak elinde bir sepeti, sepetin içinde çay demliği ve bir kaç bardak, bir tane seccade.. Diğer elinde de bir Kelâm-ı Kadim vardı. Gemide iki kayıkçı ile kayıkçının tanıdığı bir zat, iki de biz, beş kişiydik. Öğleden sonra idi. Hava soğuktu. Günlerden birinci cemrenin düştüğü zamandı. Göl, yer yer buz tutmuştu. Önde kayıkçının biri, elinde uzun bir sopa ile buzları kırarak yelkenli kayığa yol açıyordu. Bediüzzaman Efendi, yolda bize birer parça kuru üzüm ve şark işi pestil ikram etti.

Dikkatle haline bakıyordum; son derece sâkin ve mu’tedil idi. Etraftaki dağları ve gölü seyrediyordu. Parmakları ince uzun idi. Sanki içinde elektrik yanıyor gibi pırıl pırıl parlıyordu. Taşlı gümüş bir yüzüğü, sırtında çok kıymetli kumaştan bir abası vardı.

Yükleniyor...