bu hali başka bir yerde görmemiştim. Bediüzzaman işte Emirdağ’ını böyle yapmıştı.

Bediüzzaman’ın kaldığı evin karşısında bulunan kahvehaneye oturduk. Küçük yer olduğu için, dikkatler üzerimize çevrilmişti. Bu dikkati dağıtmak için, arkadaşım Salihle tavla oynamaya başladık. Hasan da karşıdaki evi (Bediüzzaman’ın evini) ve oraya gireni çıkanı gözetlemeye başladı.

Biraz sonra, Bediüzzaman, evinin kapısı önüne çıktı. Tâlebeleri de çıkmışlardı. Hasan bize işaretle durumu haber verdi. Talebeleri hep genç delikanlı idi. Az sonra içlerinden birisi bize, kahvehaneye doğru geldi. Önce kahveci ile görüştü, sonra bizim yanımıza geldi, selâm verdi:

“Üstâd’ın selâmı var.. Sizinle görüşmek istiyor.” dedi

Biz şaşırdık ve doğrusu afalladık. Ama durumu da çaktırmamaya çalıştık. “Kim Üstâd, bizimle ne işi varmış? Falan dedikse de, gelen genç ısrar etti. O zaman ben Hasan’ı gönderdim. “Git bir bakıver!” dedim

Bir müddet sonra, Hasan döndü geldi. Ne olduğunu sordum. Bediüzzaman önce Hasan’a: “Evlâdım senin ismin ne?” demiş. O da Ahmet diye cevap vermiş.

Bediüzzaman: “Bak evlâdım Ahmet, doğru söyliyeceğinize söz ver” demiş. Hasan da: “Söz veriyorum” dedikten sonra, Bediüzzaman: “Beni takip için üç tane polis buraya gönderildiğini haber aldım. Benim çok talebe ve dostlarım var. Eğer o üç polis siz iseniz, bana söyleyin ki; adamlarıma ve talebelerime tenbih edeyim, size bir zarar vermesinler.” demiş.

Üstâd’ın bu sualleri karşısında şaşkına dönen Hasan,tabiî polis olduğumuzu inkâr etmiş.. “Dört yanımı o Kur’ân çarpsın, vallahi-billahi biz polis değiliz” demiş. Hasan bu hali bize anlatınca, biz şaşırdık kaldık.

Vaziyet böyle olunca, biz hemen kahvehaneyi değiştirdik. Ertesi günü başka bir kahvehaneye gittik ve yine oyun oynamaya başladık. Yanımıza yine bir genç geldi: “Üstâd Bediüzzaman sizi çağırıyor” dedi.

Aramızda istişare yaptık, her ihtimale karşı belki pusu kurarlar, bir komploya uğrarız korkusuyla: “İkiniz gidin, ben dışarda kalayım” dedim. Hasan ile Salih’i gönderdim. “Bir saat sonra geleceksiniz, şayet gelmezseniz jandarmaya haber vereceğim.” dedim. Nihayet anlaştığımız saatte geldiler. Karşılaştıkları manzarayı hayret ve heyecanla anlattılar. Onlara Said-i Nursi:

“Biz manevî zabıtayız. Bizden millete, memlekete zarar gelmez. Hükûmet bizden boşuna endişe ediyor. Yahut da bununla dini baskı altında tutmak istiyor.” demiş.

Yükleniyor...