ziyade hüsn-ü zanlarını bir nev’i dua ve bir temenni ve Nur talebelerinin kemal-i itikadlarının bir tereşşuhu gördüğümden, onlara çok ilişmezdim. Hatta eski evliyanın bir kısmı işarât-ı gaybiyelerinde Risalei Nur’u, aynı o âhir zamanın hidayet edicisi olduğu diye keşifleri bu tahkikat ile te’vili anlaşılır. Demek iki noktada bir iltibas var, te’vil lâzımdır.

Birincisi: Ahirdeki iki vazife, gerçi hakikat noktasında birinci vazife derecesinde değiller... Fakat Hilâfet ve ıttihad-ı İslâm ordularıyla zemin yüzünde Saltanat-ı İslâmiye’yi sürmek cihetinde; herkeste, hususan ehl-i siyasette, hususan bu asrın efkârında o birinci vazifeden bin derece geniş görünüyor.. Ve bu isim bir adama verildiği vakit, bu iki vazife hatıra geliyor. Siyaset manasını ihsas eder. Belki de bir hodfuruşluk manasını hatıra getirir Belki bir şân u şeref ve makamperestlik ve şöhretperestlik arzularını gösterir... Ve eskidenberi ve şimdi de çok sâf-dil ve makamperest zatlar “Mehdi olacağım” diye da’va ederler. Gerçi her asırda hidayet edici bir nevi’ mehdî ve müceddid geliyor ve gelmiş... Fakat her biri üç vazifeden birisini bir cihette yapması i’tibarıyla âhir zamanın büyük Mehdî ünvanını almamışlar.

Hem mahkemede Denizli ehl-i vukufu, bazı şâkirtlerin bu itikadlarına göre bana karşı demişler ki: “Eğer mehdilik dava etse, bütün şâkirtleri kabul edecekler”

Ben de onlara demiştim: “Ben kendimi seyyid bilemiyorum. Bu zamanda nesiller bilinmiyor. Halbuki âhir zamanın o büyük şahsı Âl-i Beyt’ten olacaktır. Gerçi manen ben Hazret-i Ali’nin (R.A.) bir veled-i manevîsi hükmünde ondan hakikat dersini aldım.. Ve Âl-i Muhammed Aleyhisselatü vesselâm bir manada hakiki Nur şâkirtlerine şâmil olmasından, ben de Âl-i Beyt’ten sayılabilirim. Fakat bu zaman şahs-ı manevî zamanı olmasından ve Nur’un mesleğinde hiçbir cihette benlik ve şahsiyet ve şahsî makamları arzu etmek ve şan u şeref kazanmak olmaz... Ve sırr-ı ihlâsa tam muhalif olmasından Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür ediyorum ki; beni kendi kendime beğendirmemesinden, ben öyle şahsî ve haddimden hadsiz derece fazla makamata gözümü dikmem... ve Nur’daki ihlâsı bozmamak için uhrevî makamât dahi bana verilse, bırakmaya kendimi mecbur biliyorum” dedim. O ehl-i vukuf sustu.

İşte kardeşim, senin sualine kısa cevab... Tabirattaki kusurlarıma bakılmasın, pek acele olarak bu cevabı yazdım. Siz ıslâh edebilirsiniz.

Elbaki Hüvelbaki Kardeşiniz

Said-i Nursi”

{Yeni yazı Emirdağ-1, s: 259.}



Yükleniyor...