düşmanlardan muhafaza etmesi için lüzum olsa;-Hem lüzum var-kendim değil, yalnız lâyık olmadığım o makamları, belki hakikî hayat-ı ebediyenin makamlarını dahi feda etmeye, Risale-i Nur’dan aldığım ders-i şefkat cihetiyle terk ederim.
Evet,her vakit, hususan bu zamanda ve bilhassa dalâletten gelen gaflet-i umumiyede ve siyaset ve felsefenin galebesinde ve enaniyet ve hodfuruşluğun heyecanlı asrında, büyük makamlar herşeyi kendine tabi’ ve basamak yapar. Hatta dünyevî makamlar için dahi mukaddesatını alet yapar. Manevî makamlar olsa daha ziyade alet eder. Umumun nazarında kendini muhafaza etmek ve o makamlara kendini yakıştırmak için bazı kudsî hizmetlerini ve hakikatları basamak ve vesile yapıyor diye ittiham altında kalıp, neşrettiği hakikatlar dahi tereddüt ile revacı zedelenir. şahsa, makama faydası bir ise, revaçsızlıkla umuma zararı bindir.
Elhasıl: Hakikat-i ihlâs benim için şân ve şerefe ve maddî ve manevî rütbelere vesile olabilen şeylerden beni men’ediyor. Hizmet-i nuriyeye gerçi büyük zarar olur... Fakat kemiyet, keyfiyete nisbeten ehemmiyetsiz olduğundan hâlis bir hadim olarak hakikat-ı ihlâs ile herşeyin fevkinde hakaik-i imaniyeyi on adama ders vermek; Büyük bir kutbiyetle binler adamı irşad etmekten daha ehemmivetli görüyorum.”
{Elyazma Emirdağ-1 aslı, s: 101.}
Hakikat Ciheti
İst tarafta geçen hüsn-ü zan meselesini izah eden parçalardan sonra; şimdi de aynı meselenin asıl hakikat ve mahiyetini ortaya koyan Hazret-i Üstâd’ın ifadelerinden bazı örnekler veriyorur:
“Aziz Sıddık kardeşlerim!
Evvela: Nurun fevkalâde hâs şakirtleri, Sikke-i Gaybiye’nin müştemilâtıyla ve evliya-yı meşhureden kırk günde bir defa ekmek yiyip, kırk gün yemeyen Osman-ı Hâlidî’nin sarih ihbarı ve evlâdlarına vasiyeti ile.. Ve Isparta’nın meşhur ehl-i kalb âlimlerinden Topal Şükrü’nün zâhir haber vermesiyle; çok ehemmiyetli bir hakikatı dava edip; fakat iki iltibas içinde bu biçare ehemmiyetsiz kardeşleri Said’e bin derece ziyade hisse vermişler. On seneden beri kanaâtlarını ta’dile çalıştığım halde, o bahadır kardeşler kanaatlarında ileri gidiyorlar.
Evet, Onlar, Onsekizinci Mektup’taki iki ehl-i kalb çobanın macerası gibi, hak bir hakikatı görmüşler.. Fakat tabire muhtaçtır. O Hakikat da şudur:
Evet,her vakit, hususan bu zamanda ve bilhassa dalâletten gelen gaflet-i umumiyede ve siyaset ve felsefenin galebesinde ve enaniyet ve hodfuruşluğun heyecanlı asrında, büyük makamlar herşeyi kendine tabi’ ve basamak yapar. Hatta dünyevî makamlar için dahi mukaddesatını alet yapar. Manevî makamlar olsa daha ziyade alet eder. Umumun nazarında kendini muhafaza etmek ve o makamlara kendini yakıştırmak için bazı kudsî hizmetlerini ve hakikatları basamak ve vesile yapıyor diye ittiham altında kalıp, neşrettiği hakikatlar dahi tereddüt ile revacı zedelenir. şahsa, makama faydası bir ise, revaçsızlıkla umuma zararı bindir.
Elhasıl: Hakikat-i ihlâs benim için şân ve şerefe ve maddî ve manevî rütbelere vesile olabilen şeylerden beni men’ediyor. Hizmet-i nuriyeye gerçi büyük zarar olur... Fakat kemiyet, keyfiyete nisbeten ehemmiyetsiz olduğundan hâlis bir hadim olarak hakikat-ı ihlâs ile herşeyin fevkinde hakaik-i imaniyeyi on adama ders vermek; Büyük bir kutbiyetle binler adamı irşad etmekten daha ehemmivetli görüyorum.”
{Elyazma Emirdağ-1 aslı, s: 101.}
Hakikat Ciheti
İst tarafta geçen hüsn-ü zan meselesini izah eden parçalardan sonra; şimdi de aynı meselenin asıl hakikat ve mahiyetini ortaya koyan Hazret-i Üstâd’ın ifadelerinden bazı örnekler veriyorur:
“Aziz Sıddık kardeşlerim!
Evvela: Nurun fevkalâde hâs şakirtleri, Sikke-i Gaybiye’nin müştemilâtıyla ve evliya-yı meşhureden kırk günde bir defa ekmek yiyip, kırk gün yemeyen Osman-ı Hâlidî’nin sarih ihbarı ve evlâdlarına vasiyeti ile.. Ve Isparta’nın meşhur ehl-i kalb âlimlerinden Topal Şükrü’nün zâhir haber vermesiyle; çok ehemmiyetli bir hakikatı dava edip; fakat iki iltibas içinde bu biçare ehemmiyetsiz kardeşleri Said’e bin derece ziyade hisse vermişler. On seneden beri kanaâtlarını ta’dile çalıştığım halde, o bahadır kardeşler kanaatlarında ileri gidiyorlar.
Evet, Onlar, Onsekizinci Mektup’taki iki ehl-i kalb çobanın macerası gibi, hak bir hakikatı görmüşler.. Fakat tabire muhtaçtır. O Hakikat da şudur:
Yükleniyor...