Mesela: Risale-i Nur hizmetiyle Isparta ve civarında binler ehl-i imana fevkalâde kuvvet-i imaniyeyi temin etmek olan bu netice, bizim fevkalâde hizmetimize kâfidir. On kutub derecesinde biri çıksa, bin adamı derece-i velâyete sevk etse, yine bu neticeyi aşağıya düşürtmez. Nurun hakiki şâkirtleri bu gibi neticelere kanaat ediyorlar. O büyük kutbun müridlerinin kanaât-ı kalbiyelerini temin eden üstadlarının fevkalâde makamı ve mes’elelerde hükümleri yerine, Risale-i Nur’un sarsılmaz hüccetleri, o müridlerin kanaatlarından çok ziyade şâkirtlerine kanaat verdiği gibi; Bu halet ve i’tikad başkasına da sirayet eder, menfaat verir. O müridlerin kanaatı ise hususî ve şahsî kalır.
Hatta ilm-i mantıkta “Kazaya-i makbule” tabir ettikleri, (yani, büyük zatların delilsiz sözlerini kabul etmektir) mantıkça yakin ve kat’iyeti ifade etmiyor. Belki zann-ı gâliple kanâat verir. ılm-i mantıkta, bürhan-ı yakinî, hüsn-ü zanna ve makbul şahıslara bakmıyor; cerhedilmez delile bakar ki; bütün Risale-i Nur hüccetleri bu bürhan-ı yakinî kısmındandır. Çünki ehl-i velâyetin amel ve ibadet ve sülûk ve riyazetle gördüğü hakikatlar ve perdeler arkasında müşahede ettikleri hakaik-i imaniye; Aynen onlar gibi Risale-i Nur, ıbadet yerinde, ilim içinde hakikata bir yol açmış.. Sülûk ve evrad yerinde, mantıkî bürhanlarla, ilmî hüccetler içinde hakikat-ül hakaika yol açmış.. ve ilm-i tasavvuf ve tarikat yerinde, doğrudan doğruya ilm-i kelâm içinde ve ilm-i âkide ve üsûl-ud din içinde bir velâyet-i kübra yolunu açmış ki, bu asrın hakikat ve tarikat cereyanlarına galebe çalan felsefî dalâletlere galebe ediyor, meydandadır.
Teşbihte hata olmasın, nasıl ki Kur’ân’ın gayet kuvvetli ve mantıkî hakikatı; sair dinleri, felsefe-i tabiiyenin savletinden ve gelebesinden kurtarıp onlara bir nokta-i istinad oldu.. Taklidî ve aklın hâricindeki usullerini de bir derece muhafaza etti.
Aynen öyle de: Bu zamanda onun bir mu’cizesi ve nuru olan Risale-i Nur dahi, felsefe-i maddiyeden gelen dehşetli dalâlet-i ilmiyeye karşı avam-ı ehl-i imanın taklidî olan imanlarını, o dalâlet-i imiyenin savletinden kurtarıp, umum ehl-i imana bir nokta-i istinad ve yakın ve uzaklarda olanlara dahi zabtedilmez bir kal’a hükmüne geçmiştir ki; bu emsalsiz dehşetli dalâletler içerisinde yine avam-ı mü’minînin imanını şüphelerden ve İslâmiyetini hakikatsızlık vesveselerinden muhafaza ediyor...”
{Yeni yazı Emirdag-1, s: 89. Bu mektubun geri kalan kısmı bir vesileyle yukarıda kaydedilmiş olduğundan tekrar edilmedi. A.B.}
“...Nasıl ki ehl-i hamiyet bir insan, dostlarının hayatını kurtarmak için kendini feda eder.. Öyle de, ehl-i imanın hayat-ı ebediyelerini tehlikeli
Hatta ilm-i mantıkta “Kazaya-i makbule” tabir ettikleri, (yani, büyük zatların delilsiz sözlerini kabul etmektir) mantıkça yakin ve kat’iyeti ifade etmiyor. Belki zann-ı gâliple kanâat verir. ılm-i mantıkta, bürhan-ı yakinî, hüsn-ü zanna ve makbul şahıslara bakmıyor; cerhedilmez delile bakar ki; bütün Risale-i Nur hüccetleri bu bürhan-ı yakinî kısmındandır. Çünki ehl-i velâyetin amel ve ibadet ve sülûk ve riyazetle gördüğü hakikatlar ve perdeler arkasında müşahede ettikleri hakaik-i imaniye; Aynen onlar gibi Risale-i Nur, ıbadet yerinde, ilim içinde hakikata bir yol açmış.. Sülûk ve evrad yerinde, mantıkî bürhanlarla, ilmî hüccetler içinde hakikat-ül hakaika yol açmış.. ve ilm-i tasavvuf ve tarikat yerinde, doğrudan doğruya ilm-i kelâm içinde ve ilm-i âkide ve üsûl-ud din içinde bir velâyet-i kübra yolunu açmış ki, bu asrın hakikat ve tarikat cereyanlarına galebe çalan felsefî dalâletlere galebe ediyor, meydandadır.
Teşbihte hata olmasın, nasıl ki Kur’ân’ın gayet kuvvetli ve mantıkî hakikatı; sair dinleri, felsefe-i tabiiyenin savletinden ve gelebesinden kurtarıp onlara bir nokta-i istinad oldu.. Taklidî ve aklın hâricindeki usullerini de bir derece muhafaza etti.
Aynen öyle de: Bu zamanda onun bir mu’cizesi ve nuru olan Risale-i Nur dahi, felsefe-i maddiyeden gelen dehşetli dalâlet-i ilmiyeye karşı avam-ı ehl-i imanın taklidî olan imanlarını, o dalâlet-i imiyenin savletinden kurtarıp, umum ehl-i imana bir nokta-i istinad ve yakın ve uzaklarda olanlara dahi zabtedilmez bir kal’a hükmüne geçmiştir ki; bu emsalsiz dehşetli dalâletler içerisinde yine avam-ı mü’minînin imanını şüphelerden ve İslâmiyetini hakikatsızlık vesveselerinden muhafaza ediyor...”
{Yeni yazı Emirdag-1, s: 89. Bu mektubun geri kalan kısmı bir vesileyle yukarıda kaydedilmiş olduğundan tekrar edilmedi. A.B.}
“...Nasıl ki ehl-i hamiyet bir insan, dostlarının hayatını kurtarmak için kendini feda eder.. Öyle de, ehl-i imanın hayat-ı ebediyelerini tehlikeli
Yükleniyor...