Evvela: Bâki bir hakikat, fâni şahsiyetler üstüne bina edilmez. Edilse hakikata zulüm olur. Her cihetle kemalde ve devamda bulunan bir vazife, çürümeye, çürütülmeye maruz ve mübtelâ şahsiyetlerle bağlanmaz. Bağlansa vazifeye ehemmiyetli zarardır.

Saniyen: Risale-i Nur’un tezahürü yalnız tercümanının fikriyle veya hud onun ihtiyac-ı manevisi lisanıyla Kur’ân’dan gelmiş, yalnız o tercümanın istidadına bakan feyizler değil... Belki o tercümanın muhatapları, ders-i Kur’ân’da arkadaşları olan hâlis ve metin ve sâdık zatların o feyizleri ruhen istemeleri ve kabul ve tasdik ve tatbik etmeleri gibi çok cihetlerle, o tercümanın istidadından çok ziyade o nurların zuhuruna medar oldukları gibi; Risale-i Nur’un ve şâkirtlerinin şahs-ı manevisinin hakikatını onlar teşkil ediyorlar. Tercümanın da içinde bir hissesi var. Eğer ihlâssızlıkla bozmazsa bir tekaddüm şerefi bulunabilir.

Salisen: Bu zaman cemaât zamanıdır. Ferdî şahısların dehası ne kadar harika da olsa, cemaattan çıkan şahs-ı manevisinden gelen dehasına karşı mağlub düşebilir. Onun için o mübarek kardaşımın yazdığı gibi, Âlem-i İslâm’ı bir cihette tenvir edecek kudsî bir dehanın nurları olan bir vazife-i imaniye biçare, zaif, mağlub, hadsiz düşmanları ve onu ihanetle ve hakaretle çürütmeye çalışan muannid hasımları bulunan bir şahsa yüklenmez. Yüklense o kusurlu şahıs ihanet darbeleriyle düşmanları tarafından sarsılsa, o yük düşer, dağılır.

Rabian: Eski zamandan beri çok zatlar, Üstâd’ını veya mürşidini veya muallimini veya reisini kıymet-i şahsiyelerinden çok ziyade hüsn-ü zan etmeleriyle; dersinden ve irşadından istifadeye vesile olması noktasından o pek fazla hüsn-ü zanlar bir derece kabul edilmiş, hilâf-ı vâki’dir diye bir derece tenkid edilmezdi.

Fakat şimdi, Risale-i Nur şâkirtlerine lâyık bir üstada muvafık bir ulvî mertebe ve fazileti, biçare kusurlu bu şahsımda kabul ettikleri sebebiyle, gayret ve şevkleriyle çalışmaları, bu noktada haddimden pek ziyade hüsn-ü zanları kabul edilebilir. Fakat Risale-i Nur’un şahs-ı manevisinin malı olarak elimde bulunuyor diye bilmek gerekir...”

{Elyazma Emirdağ-1 aslı, s: 95.}



“...Kendi şahsıma baktım ki; kurumuş, çürümüş, vazifesi bitmiş bir hurma çekirdeği hükmünde iken, Risale-i Nur bahçesinde, bir derece o çekirdekten tezahür eden meyvedar, muhterem koca bir ağaç nazarıyla baktığınızı gördüm. Senin fevkalâde hüsn-ü zannın o ağaçtan ileri geldiğini ve çekirdeğin de bir cihette bir nevi vesile olduğu cihetinden hüsn-ü zanna mazhar olmuş gördüm.

Yükleniyor...