bu meseleye dair geniş, ilmî ve hakikatlı cevablar vermiş.. Kanaâtları, hüsn-ü zannın aşırı muhabbet halkasından, ilmîlik ve mantikîlik çerçevesine bağlamaya ve Nur talebelerinin o samimî kanaatlarını ta’dil etmeye elinden geldiğince çalışmıştır. Çok geniş olan Mehdîlik hakikatının bir nevi dümdarlığını.. Ve iman noktasında müceddidiyeti.. Ve hakikat ve ilim ve gerçekler cânibinden de bir manevî imamlığı kabul etmekle birlikte; bu makamın da şerefini, büyüklüğünü, kudsiyetini daima ve her zaman umum Nur talebelerinin büyük olan şahs-ı manevisine vermiş, kendisini de onların içinde bir ferd olarak kabul etmiş ve öyle de yaşamıştır.
Üstâd Hazretleri bu mevzu’u Mektubat eserinin birkaç yerinde, Barla Lahikası’nda, Kastamonu Lahikası’nda ve nihayet şu Emirdağ hayatında kaleme aldığı mektuplar içinde defalarca ele almış ve izahına çalışmıştır. Kendi aziz ve şerif şahsiyetini ve kendisine verilmiş olan manevî pek büyük vazifesini daima şahs-ı maneviye vermek içinde setretmeye çalışmıştır. Bunun yanında Nur talebelerinin o samimi kanaâtları; esassız, kuru bir hüsn-ü zan galeyanı neticesinde hülyalardan ibaret olmayıp, pek çok delilli ve bürhanlı işaretlerin külliyetine dayandığını da kaydetmiştir. Aynı zamanda, Hazret-i Üstâd’ın O ilmî ve mantıkî ve hakikatlı izahları, sadece meseleyi gizlemek ve perdelemek için değil, aynı zamanda bir hakikatı ve o kanaatlarını taşıdığı büyük ve geniş meselenin, madde âlemindeki tezahürünü de dile getirmeye çalışmıştır. Her dediği hak, her yazdığı hakikat olan Hazret-i Bediüzzaman’ın kerratla ve her defasında biraz daha vuzûha kavuşturduğu bu meselenin asliyetinde, Nur talebelerinin kanaatları yönünde gerçeğin büyük payı var olduğuna işaret etmekle beraber; asırlardır tam tafsilli olarak açıklığa kavuşamamış olan bu küllî hakikatın gerçek tarafının da ortaya konmasına büyük ehemmiyet vermiştir.
Üstâd’ın Kastamonu hayatında da bu mesele hakkında vürûd eden izhatından bir nebze temas ettiğ’imiz kısmı orada bırakarak, sadece bu ilk Emirdağ hayatında Nur talebelerinin aynı mesele etrafında cereyan eden sualleri ve Üstâd’ın ona ciddî müteveccih olup ilmî izahlarla ortaya koyduğu çok muazzam küllî beyanlarından örnekler arzetmeye çalışacağız.
Evvela Hazret-i Üstâd’ın fazla hüsn-ü zanlar hakkındaki ta’dilâtları:
“...Risale-i Nur’un hakiki ve hakikatlı bir şâkirdi bulunan, Kur’ân-ı Mu’ciz-ül-Beyan’ın kâtibi bu defa yazdığı mektubunda, haddimden bin derece ziyade hüsn-ü zannına istinaden bir hakikat soruyor: Risale-i Nur’un şahs-i ma’nevisinin gayet ehemmiyetli ve kudsî vazifesini ve hilâfet-i nübüvvetin de gayet ulvî vazifelerinden bir vazifesini benim âdi şahsımda Üstâd’ı noktasında bir cilvesini gördüğünden, bana o hilâfet-i maneviyenin bir mazharı nazarıyla bakmak istiyor?
Üstâd Hazretleri bu mevzu’u Mektubat eserinin birkaç yerinde, Barla Lahikası’nda, Kastamonu Lahikası’nda ve nihayet şu Emirdağ hayatında kaleme aldığı mektuplar içinde defalarca ele almış ve izahına çalışmıştır. Kendi aziz ve şerif şahsiyetini ve kendisine verilmiş olan manevî pek büyük vazifesini daima şahs-ı maneviye vermek içinde setretmeye çalışmıştır. Bunun yanında Nur talebelerinin o samimi kanaâtları; esassız, kuru bir hüsn-ü zan galeyanı neticesinde hülyalardan ibaret olmayıp, pek çok delilli ve bürhanlı işaretlerin külliyetine dayandığını da kaydetmiştir. Aynı zamanda, Hazret-i Üstâd’ın O ilmî ve mantıkî ve hakikatlı izahları, sadece meseleyi gizlemek ve perdelemek için değil, aynı zamanda bir hakikatı ve o kanaatlarını taşıdığı büyük ve geniş meselenin, madde âlemindeki tezahürünü de dile getirmeye çalışmıştır. Her dediği hak, her yazdığı hakikat olan Hazret-i Bediüzzaman’ın kerratla ve her defasında biraz daha vuzûha kavuşturduğu bu meselenin asliyetinde, Nur talebelerinin kanaatları yönünde gerçeğin büyük payı var olduğuna işaret etmekle beraber; asırlardır tam tafsilli olarak açıklığa kavuşamamış olan bu küllî hakikatın gerçek tarafının da ortaya konmasına büyük ehemmiyet vermiştir.
Üstâd’ın Kastamonu hayatında da bu mesele hakkında vürûd eden izhatından bir nebze temas ettiğ’imiz kısmı orada bırakarak, sadece bu ilk Emirdağ hayatında Nur talebelerinin aynı mesele etrafında cereyan eden sualleri ve Üstâd’ın ona ciddî müteveccih olup ilmî izahlarla ortaya koyduğu çok muazzam küllî beyanlarından örnekler arzetmeye çalışacağız.
Evvela Hazret-i Üstâd’ın fazla hüsn-ü zanlar hakkındaki ta’dilâtları:
“...Risale-i Nur’un hakiki ve hakikatlı bir şâkirdi bulunan, Kur’ân-ı Mu’ciz-ül-Beyan’ın kâtibi bu defa yazdığı mektubunda, haddimden bin derece ziyade hüsn-ü zannına istinaden bir hakikat soruyor: Risale-i Nur’un şahs-i ma’nevisinin gayet ehemmiyetli ve kudsî vazifesini ve hilâfet-i nübüvvetin de gayet ulvî vazifelerinden bir vazifesini benim âdi şahsımda Üstâd’ı noktasında bir cilvesini gördüğünden, bana o hilâfet-i maneviyenin bir mazharı nazarıyla bakmak istiyor?
Yükleniyor...