izî hadiselerine bu kadar merak ve zevk ile bağlanmak; dünyada ebedî kalmak ve o hadiseler daimî olmak ve herkese o hadiseden bir menfaat veya zarar gelmek.. ve o hadiseye sebebiyet verenlerin hakikî fâil ve mûcid olmak şartıyla olabilir. Halbuki, havanın fırtınaları gibi geçici hallerdir. Sebebiyet verenlerin te’sirleri pek cüz’î, ondaki zarar ve menfaatı o vaziyet; şark’tan, bahr-i muhitten sana göndermez. Senden sana daha yakın ve senin kalbin onun tasarrufunda ve senin cismin onun tedbir ve icadında olan bir Zat-ı Akdesin Rububiyetini ve Hikmetini nazara almayıp, ta dünyanın nihayetinden zarar ve menfa’atı beklemek ne derece divanelik olduğu ta’rif edilmez.
Hem iman ve hakikat noktasında, bu çeşit merakların büyük zararları var. Çünki gaflet verecek ve dünyaya boğduracak ve hakiki vazife-i insaniyyeti ve ahireti unutturacak olan en geniş daire ise, siyaset dairesidir. Hususan böyle umumî ve mücadele suretindeki hadiseler, kalbi de boğuyor.. Güneş gibi bir iman lâzım ki; her şeyde, her vaziyette, her bir harekette kader-i ilâhî ve kudret-i Rabbaniyenin izini, eserini görsün, ta o zulm ü zulmette kalb boğulmasın, iman sönmesin, akıl tabiat ve tesadüfe saplanmasın!..
Hatta ehl-i hakikat, hakikat ve marifetullahı bulmak için, kesret dairelerini unutmaya çalışıyorlar.Tâ kalb dağılmasın ve lüzumlu ve kıymetli şeye sarfetmek lâzım gelen merakı, zevki, şevki; lüzumsuz, fanî şeylerde telef olmasın.
Hatta bu ehemmiyetli sırdandır ki; din düsturlarının bir hadimi olmak cihetinde, güneş gibi imanlar taşıyan bir kısım sahabeler ve onlara benziyen mücahidînden, selef-i salihînden başka; siyasetçi, ekserce tam müttaki dindar olamaz. Tâm ve hakiki dindar, müttaki olanlar; siyasetçi olamazlar. Yani maksad-ı aslî siyaseti yapanlarda, din ikinci derecede kalır, tebaî hükmüne geçer. Hakiki dindar ise; bütün kâinatın en büyük gayesi, ubudiyet-i insaniyyedir diye siyasete aşk u merakla değil, ikinci, üçüncü mertebede onu dine ve hakikata alet etmeye - Eğer mümkün ise - çalışabilir. Yoksa, bâki elmasları, kırılacak âdî şişelere alet yapar.
Elhasıl: Nasıl ki serhoşluk, hakiki vazifelerden gelen elemleri ve ihtiyaçları sarhoşlukla muvakkaten unutturduğu cihetle, menhus ve kısa bir zevk verir. Öyle de, böyle fâni boğuşmaları ve hadiseleri merakla takib etmek, bir nevi sarhoşluktur ki, hakikî vazifelerden gelen ihtiyacı ve yapmamaktan gelen teellumatı muvakkaten unutturduğu için, menhus bir zevk verir veya tehlikeli bir ye’se düşüp ayetindeki emr-i ilâhiye muhalefet eder, tokada müstehak olur.. Veya
Hem iman ve hakikat noktasında, bu çeşit merakların büyük zararları var. Çünki gaflet verecek ve dünyaya boğduracak ve hakiki vazife-i insaniyyeti ve ahireti unutturacak olan en geniş daire ise, siyaset dairesidir. Hususan böyle umumî ve mücadele suretindeki hadiseler, kalbi de boğuyor.. Güneş gibi bir iman lâzım ki; her şeyde, her vaziyette, her bir harekette kader-i ilâhî ve kudret-i Rabbaniyenin izini, eserini görsün, ta o zulm ü zulmette kalb boğulmasın, iman sönmesin, akıl tabiat ve tesadüfe saplanmasın!..
Hatta ehl-i hakikat, hakikat ve marifetullahı bulmak için, kesret dairelerini unutmaya çalışıyorlar.Tâ kalb dağılmasın ve lüzumlu ve kıymetli şeye sarfetmek lâzım gelen merakı, zevki, şevki; lüzumsuz, fanî şeylerde telef olmasın.
Hatta bu ehemmiyetli sırdandır ki; din düsturlarının bir hadimi olmak cihetinde, güneş gibi imanlar taşıyan bir kısım sahabeler ve onlara benziyen mücahidînden, selef-i salihînden başka; siyasetçi, ekserce tam müttaki dindar olamaz. Tâm ve hakiki dindar, müttaki olanlar; siyasetçi olamazlar. Yani maksad-ı aslî siyaseti yapanlarda, din ikinci derecede kalır, tebaî hükmüne geçer. Hakiki dindar ise; bütün kâinatın en büyük gayesi, ubudiyet-i insaniyyedir diye siyasete aşk u merakla değil, ikinci, üçüncü mertebede onu dine ve hakikata alet etmeye - Eğer mümkün ise - çalışabilir. Yoksa, bâki elmasları, kırılacak âdî şişelere alet yapar.
Elhasıl: Nasıl ki serhoşluk, hakiki vazifelerden gelen elemleri ve ihtiyaçları sarhoşlukla muvakkaten unutturduğu cihetle, menhus ve kısa bir zevk verir. Öyle de, böyle fâni boğuşmaları ve hadiseleri merakla takib etmek, bir nevi sarhoşluktur ki, hakikî vazifelerden gelen ihtiyacı ve yapmamaktan gelen teellumatı muvakkaten unutturduğu için, menhus bir zevk verir veya tehlikeli bir ye’se düşüp ayetindeki emr-i ilâhiye muhalefet eder, tokada müstehak olur.. Veya
Yükleniyor...