yediği medar-ı kazancı, birisi gelip alarak kaçmış ve bulamamıştır. Arkasından kendisi de bir çok masraflar ederek günlerce arayıp yorulduktan ve ümidini kestikten sonra, hâib ve hâsir geri dönmüş ve şaşkın bir hale düşmüştür. Bu suretle onun sille ve tokat yediğine şahid oldum. Gerçi o anlamadı, amma bize ibret oldu.
Bir kardeşimiz de, bir Yedinci şua’ı İstanbul’a götürerek, eski harflerle kendi nam u hesabına bir kaç yüz tane bastırmak ve meccanen dağıtarak bu suretle hizmet etmek tasavvurunda bulunuyor.
Burası hakkında “Bir Medreset-üz Zehra olacak, büyük bir İslâm köyü, ikinci bir Isparta olacak” diye yaptığınız duaların te’siri görülmeye ve barigâh-ı ehadiyyette makbule geçtiği artık sezilmeye başladı.
Hiç okuyup yazmasını bilmiyen ve elifi bile bilmiyen, olabildiği kadar ümmi,genç bir kadın; kocası yazarken, yorulup kalemi elinden bırakıp nefes almaya başlayınca, derhal kalemi eline alarak ve kitaba dalarak orada gördüklerini aynen ve harfiyyen yazıp kopya etmesi, hatta sahifeler doldurması; bunun, yani mübarek duanızın kabulünün bir delili ve şahididir. Kadın ve erkek Risale-i Nur’u yazan ve okuyan bütün kardeşlerimiz Ahmetler ve Hüseyinler, Muharrem ve Mehmetler.. Ve Müftü ve reis-i âdil ve bütün aile halkımız ve cariyeniz refika-i âcizi ve Fikret ayrı ayrı selâm edip, selâmetinize dua ederler ve hürmetle ta’zimlerini arzederler.. Ve mübarek ellerinizi öper ve duanızı rica ederler.
Ayrılmaz ve sarsılmaz ve himmetinizle ve avn-ı ilâhî ile bu yolda yürümekten yılmaz ve yorulmaz olan bu âciz ve edna talebeniz de selâm, sevgi ve saygılarını sunar, ellerinizi öper, selametinize âcizane dua eder ve duanızı bekler, Üstâdımız, efendimiz.
Hasan Feyzi”
{Müteferrik mektuplar dosyası, s: 2.}
Nurcu Tabirinin İlk Zuhuru
Üstâd Hazretleri Denizli hapsinden çıkıp Emirdağ’ına geldikten bir müddet sonra, yani büyük ihtimal ile 1945 yılı başlarında, Risale-i Nur talebelerine “Nurcu” diye söylenmeye başlandı. Bu tabir ilk olarak halk içinden, yahut da resmi ve alakadar bazı memurlar tarafından çıktı ise de, (hatta bazende Nur talebelerine “Bediüzzamancı” diye de anılıyordu.) Fakat Hz. Üstâd “Nurcu” tabirini ma’nidar bulduğu ve hoşuna gittiği için reddetmediği gibi, kendisi de bu tarihten sonra bazı mektuplarında zaman zaman onu kullandı.
Bir kardeşimiz de, bir Yedinci şua’ı İstanbul’a götürerek, eski harflerle kendi nam u hesabına bir kaç yüz tane bastırmak ve meccanen dağıtarak bu suretle hizmet etmek tasavvurunda bulunuyor.
Burası hakkında “Bir Medreset-üz Zehra olacak, büyük bir İslâm köyü, ikinci bir Isparta olacak” diye yaptığınız duaların te’siri görülmeye ve barigâh-ı ehadiyyette makbule geçtiği artık sezilmeye başladı.
Hiç okuyup yazmasını bilmiyen ve elifi bile bilmiyen, olabildiği kadar ümmi,genç bir kadın; kocası yazarken, yorulup kalemi elinden bırakıp nefes almaya başlayınca, derhal kalemi eline alarak ve kitaba dalarak orada gördüklerini aynen ve harfiyyen yazıp kopya etmesi, hatta sahifeler doldurması; bunun, yani mübarek duanızın kabulünün bir delili ve şahididir. Kadın ve erkek Risale-i Nur’u yazan ve okuyan bütün kardeşlerimiz Ahmetler ve Hüseyinler, Muharrem ve Mehmetler.. Ve Müftü ve reis-i âdil ve bütün aile halkımız ve cariyeniz refika-i âcizi ve Fikret ayrı ayrı selâm edip, selâmetinize dua ederler ve hürmetle ta’zimlerini arzederler.. Ve mübarek ellerinizi öper ve duanızı rica ederler.
Ayrılmaz ve sarsılmaz ve himmetinizle ve avn-ı ilâhî ile bu yolda yürümekten yılmaz ve yorulmaz olan bu âciz ve edna talebeniz de selâm, sevgi ve saygılarını sunar, ellerinizi öper, selametinize âcizane dua eder ve duanızı bekler, Üstâdımız, efendimiz.
Hasan Feyzi”
{Müteferrik mektuplar dosyası, s: 2.}
Nurcu Tabirinin İlk Zuhuru
Üstâd Hazretleri Denizli hapsinden çıkıp Emirdağ’ına geldikten bir müddet sonra, yani büyük ihtimal ile 1945 yılı başlarında, Risale-i Nur talebelerine “Nurcu” diye söylenmeye başlandı. Bu tabir ilk olarak halk içinden, yahut da resmi ve alakadar bazı memurlar tarafından çıktı ise de, (hatta bazende Nur talebelerine “Bediüzzamancı” diye de anılıyordu.) Fakat Hz. Üstâd “Nurcu” tabirini ma’nidar bulduğu ve hoşuna gittiği için reddetmediği gibi, kendisi de bu tarihten sonra bazı mektuplarında zaman zaman onu kullandı.
Yükleniyor...