Nur risalelerini okuyup yazmaya ve etrafa neşretmeye başlamışlardı. Üstâd’ın Emirdağ’da ikamete başlamasından sonra, Risale-i Nur’un dersleriyle halkın mühim bir kısmının ilim, iman, ahlâk ve fazilet bakımından terakki ettiği herkesçe ma’lum olduğu gibi, resmi zatların ikrarıyla da sabittir.

{Üstâd Said-i Nursi, Emirdağ’ı bir dershane-i nuriye manasında kabul ettiğini söylerdi. Sav, Barla,Emirdağ, Eflani gibi nurların ekseriyetle yayılıp okunduğu kasaba ve köyleri birer dershane-i nuriye unvaniyle yad eder ve kendi Nurs köyü gibi sağ ve ölü umum ahalisine, masum çocuklar ve mübarek hanımlarına dua eder, manevi kazancına hissedar ederdi. T.H.}



Emirdağ’lı Nur talebeleri, Üstâd’ın Emirdağ’daki hayatına dair diyorlarki:

“Üstâd Emirdağ’ında daimi tarassud altında bulunuyordu. Açık havalarda gezmeye çıkardı. Üstâd’ın bahar ve yaz mevsimlerinde mutlaka kırlara çıkmak adetiydi. Yalnız başına gider, bir kaç saat kalır, sonra evine dönerdi. Kırlara çıktığı zaman, çok defalar arkasından takib ettirilirdi. Bazen bekçiler, bazen jandarmalar takib ederdi. Hatta bir defa arkasından kurşun attırılmış, fakat isabet etmemişti. Bir gün bir resmi memur, Üstâd’ın arkasından koşarak: “Dışarı çıkmak yasak! Başına bere koyamazsın, sarık saramazsın!” diye mütehakkimane ve mütecavizane ifadeler kullanmış, Üstâd da geriye dönmüştür. Buna benzer muameleler çoktur.

Makam ile Alakadar Bir İki Hatıra

1- Emirdağlı merhum Mehmed Çalışkan diyor ki: “ Birgün Ahmed Feyzi Efendi Emirdağ’a gelmişti. Üstâdla görüştü. Üstâd ona: “Çabuk bir vasıta bul ve git!” dedi. Fakat akşam bir sohbet yapması için ben onu bırakmadım. O gece çok güzel ve nurlu bir sohbet olmuştu. Sohbet geç vakte kadar devam etmişti.

Sabahleyin -birden- Üstâd Ahmet Feyzi’yi çağırttı.. Halbuki onun kaldığından Üstâd’ın haberi yoktu. Ahmed Feyzi çok korktu. beraberce - Üstâd’ın yanına gittik. Üstâd ona: “Sen akşam ne konuştu isen, ben aynen kabul ediyorum.” diyerek Ahmed Feyziye iltifat etti. (Son şahitler-4, s: 62)

2- Emirdağlı şerife Hanım (ş. Kantarcı) kendi beyi İbrahim Kantar’dan duyduğu bir hadiseyi şöyle anlatır:

“Beyim kasaplık yapardı. Üstâd’ın yanına gider gelirdi. Birgün bir camız almış, kesip sucuk yapacaktık. O günü Üstâd’ın yanına varmış ve abdest suyunu ellerine dökerken, aklından aldığı camızı gaçiriyormuş. Ne kadar kâr edecek diye kafasında hesabını yapıyormuş. Tam bu esnada Hz. Üstâd kendisine: “Keçel-i Keçel! bir camız başı olsada bizde yesek.. demiş. Beyim bu söz üzerine mahcubiyetinden kızarmış durmuş. (Son şahitler-4, s: 244)

Yükleniyor...