Hayır!... bizim vazifemiz hizmettir. ıhlâsla vazifemize devam etmektir. Ben bunu okumamışım ve okumuyorum... Yoksa bu zalimlerin bin tanesinin canını cehenneme gönderirim. Hiç bir talebemin de elini kana bulamam.
Evet, kuvvet var. Fakat isti’mal etmek yok....”
{Bilinmeyen Târaflarıyla Said-i Nursi 6. Baskı, s: 342.}
Dördüncü şahid: 1944’de Emirdağı’nda jandarma onbaşısı iken, bir ara Bediüzzaman’ı takib etmekle vazifelendirilmiş, 1925 doğumlu, Gaziantep’ten Halil Gönülalan diyor ki:
“Benim onbaşı hemşehrim Hayri Özhelvacı izinli olarak Anteb’e gitmişti. O zaman bana: “Bediüzzaman’ı sen takib et” dediler, vazifeyi bana verdiler. Kumandanımız İsmail Güneybölük’tü. Bediüzzaman’ın kıyafetine bile müdahale etmemizi istiyorlar, başındakini bile çıkarttırmamızı emrediyorlardı.
Oturduğu evin karşısında bir kahvehane vardı. Oradan takib ederdik. Kendisi “Ben şapka giymem” diyerek şapkayı başına koymazdı. Hem de sarık sarardı.
Bölük kumandanı sarığını yırttı. Amma o işi yaptığı için karısıyla beraber geceleri yatamıyorlar, devamlı olarak kâbus basıyor... bir gece saat üç sıralarında Bediüzzaman’dan özür dilemeye gittik, rica ettik, af diledik... Bana: “Sen git, benim suçum nedir? Varsın rahat yatsın?” dedi.
Benim gedikli başçavuşu olarak orduda kalmaya niyetim vardı. Bediüzzaman bana: “Bu meslekte kalma! Memleketine git, ev sahibi de, zengin de olacaksın” diye dua etti. Allah’a şükür ev sahibi de oldum, rahat hayat da geçiriyoruz.
Camide örtülü bir yeri vardı. Namazları orada kılardı. Bir gün hep beraber yağmur duasına çıktık. “Hepimiz Halıkımızdan yağmur isteyeceğiz” dedi. Hakikaten çok miktarda yağmur geldi.
Sırtındaki cübbesi ve başındaki sarığıyla eski hocalara benzerdi. Gözleri heybetliydi...
Yükleniyor...