şimdi bizzat Hamza Emeğin hatıraları:
“Üstâdımız Emirdağı’na geldikten sonra, ilk başlarda onun hususi hizmetlerini görmek için bir kaç arkadaştan her gün birimiz nöbet alıyorduk. Kardaşlarım bana dediler ki: “Senin dükkanın var, yalnızsın. Sen yalnız pazar günleri hizmet nöbetini al... Dükkânın kapalı kalmasın.”
Ben de, yalnız pazar günleri nöbet alıyordum. Her pazar, Üstâd’ın tashih edeceği kitapları, çay takımını alır Üstâdımız’la birlikte kıra giderdik. Üstâd kırda yalnız oturur, tashihatla meşgul olurdu. Biz kendisinden biraz aralıklı dururduk. Çay yaptığımızda, alır kendisine götürür, verirdik.
Sen bugün gelme
Bir pazar günüydü, beraber evden çıktık. Üstâd çarşı camiinde abdestini tazeledi. Hiç bir sebeb yokken, bana: “Kardaşım sen bugün gelme!” dedi.
Peki efendim dedim, eve gittim. Bir müddet sonra, kaymakam emir vermiş... Konyalı jandarma başçavuşu Ziya, yanına iki jandarma ile bekçi Halil’i almış (Bu bekçi Halil daha sonraları perişan bir durumda öldü, gitti.) gitmiş, kırda tenha bir yerde Üstâd’ın sarığını almışlar ve Üstâd’ı karakola getirmişlerdi.
{C.H.P devrinin azgın zulüm ve kanunsuzluğuna bakılsın ki; Bediüzzaman gibi bir din âlimi, bir milli kahraman kırda tek başına, tenha bir yerde otururken, başına koyduğu puşusuna taarruz ediliyor, arkasından da bir jandarma çavuşu eliyle karakola getiriliyordu. Neden şapka giymiyoısun diye ifadeye çekiliyordu. Bir din alimine, mücahid bir kahramana frenk şapkasını giydirmeye zorlamak olan bu muamele neyin manasını ifade ediyordu acaba?!... A.B.}
Sonradan benim haberim oldu. O günde Eskişehir’den binbaşı Reşad bey gelmiş, Üstâd’ı ziyaret etmek istiyordu. Ben “Üstâd’ı karakola götürmüş, vaziyet böyle böyle... ve ben oraya gidiyorum” dedim. Hemen karakola doğru koştum, baktım ki Üstâd karakoldan başında bir takke ile dışarı çıkıyor. Beni görünce, “Gel kardeşım gel, gidelim” dedi.
Eve döndük, Üstâd karyolasına oturdu. Ben sobayı yaktım. Üstâd pencereyi açtırdı. ıçerde soba yandığı halde havalandırıyordu. Bir ara ben bir fırsatta “Efendim Eskişehir’den Binbaşı Reşad Bey gelmiş, ziyaret etmek istiyor” dedim. Getir! dedi. Ona bir sandalye verdi, oturttu. Geçmiş hatıralarından ona anlattı... Divan-ı Harbte Hürşid Paşa’ın suallerine şiddetli cevablar verdiğini, Rus başkumandanına ayağa kalkmadığını, Hutuvatt-ı Sitte eseriyle İngiliz Başkumandanının başına vurduğunu anlattı. Daha sonra uzun bir ders yaptı. Dersin sonunda, başı ucunda asılı bulunan Kur’ân-ı Kerimi göstererek:
“Kardaşım Reşad Bey, şu Kur’ân hakkı için; Üstâd’ım İmam-ı Ali’nin şu
“Üstâdımız Emirdağı’na geldikten sonra, ilk başlarda onun hususi hizmetlerini görmek için bir kaç arkadaştan her gün birimiz nöbet alıyorduk. Kardaşlarım bana dediler ki: “Senin dükkanın var, yalnızsın. Sen yalnız pazar günleri hizmet nöbetini al... Dükkânın kapalı kalmasın.”
Ben de, yalnız pazar günleri nöbet alıyordum. Her pazar, Üstâd’ın tashih edeceği kitapları, çay takımını alır Üstâdımız’la birlikte kıra giderdik. Üstâd kırda yalnız oturur, tashihatla meşgul olurdu. Biz kendisinden biraz aralıklı dururduk. Çay yaptığımızda, alır kendisine götürür, verirdik.
Sen bugün gelme
Bir pazar günüydü, beraber evden çıktık. Üstâd çarşı camiinde abdestini tazeledi. Hiç bir sebeb yokken, bana: “Kardaşım sen bugün gelme!” dedi.
Peki efendim dedim, eve gittim. Bir müddet sonra, kaymakam emir vermiş... Konyalı jandarma başçavuşu Ziya, yanına iki jandarma ile bekçi Halil’i almış (Bu bekçi Halil daha sonraları perişan bir durumda öldü, gitti.) gitmiş, kırda tenha bir yerde Üstâd’ın sarığını almışlar ve Üstâd’ı karakola getirmişlerdi.
{C.H.P devrinin azgın zulüm ve kanunsuzluğuna bakılsın ki; Bediüzzaman gibi bir din âlimi, bir milli kahraman kırda tek başına, tenha bir yerde otururken, başına koyduğu puşusuna taarruz ediliyor, arkasından da bir jandarma çavuşu eliyle karakola getiriliyordu. Neden şapka giymiyoısun diye ifadeye çekiliyordu. Bir din alimine, mücahid bir kahramana frenk şapkasını giydirmeye zorlamak olan bu muamele neyin manasını ifade ediyordu acaba?!... A.B.}
Sonradan benim haberim oldu. O günde Eskişehir’den binbaşı Reşad bey gelmiş, Üstâd’ı ziyaret etmek istiyordu. Ben “Üstâd’ı karakola götürmüş, vaziyet böyle böyle... ve ben oraya gidiyorum” dedim. Hemen karakola doğru koştum, baktım ki Üstâd karakoldan başında bir takke ile dışarı çıkıyor. Beni görünce, “Gel kardeşım gel, gidelim” dedi.
Eve döndük, Üstâd karyolasına oturdu. Ben sobayı yaktım. Üstâd pencereyi açtırdı. ıçerde soba yandığı halde havalandırıyordu. Bir ara ben bir fırsatta “Efendim Eskişehir’den Binbaşı Reşad Bey gelmiş, ziyaret etmek istiyor” dedim. Getir! dedi. Ona bir sandalye verdi, oturttu. Geçmiş hatıralarından ona anlattı... Divan-ı Harbte Hürşid Paşa’ın suallerine şiddetli cevablar verdiğini, Rus başkumandanına ayağa kalkmadığını, Hutuvatt-ı Sitte eseriyle İngiliz Başkumandanının başına vurduğunu anlattı. Daha sonra uzun bir ders yaptı. Dersin sonunda, başı ucunda asılı bulunan Kur’ân-ı Kerimi göstererek:
“Kardaşım Reşad Bey, şu Kur’ân hakkı için; Üstâd’ım İmam-ı Ali’nin şu
Yükleniyor...