“...1944’de İstanbul’dan Denizli’ye (Muallim olarak) tayin edildim. ımtihan ayı olan Haziranda Denizli’ye gittim, şehir oteline indim. Halen Ödemiş’de Savcı olan Müslihuddin Sönmez ve ablası Seher Sönmez vasıtasıyla Bediüzzaman Said-i Nursi’yi tanıdım. Otelin üst katında kalıyordu. Bütün şehirde onun ismi dolaşıyor, herkes ondan bahsediyordu. O günlerde Denizli’de devam eden muhakemesi neticelenmiş ve beraet etmişti. Beraetten sonra şehir otelinin üst katında bir odaya yerleşmiş orada kalıyordu. Sıkı bir kontrol altındaydı. Yanına gidip gelen ziyaretçiler de aynı şekilde ta’kib ediliyor ve tesbit ediliyordu. Ziyaretçiler yanında çok az kalabiliyor, hemen çıkıyorlardı. Akşam yemeklerinde herkes çekilip gidiyor, otelde kimse kalmıyordu. Hatta kâtibi de yemeğe çıkıyordu. Ben de o sıralarda yanına çıkıyordum. Yarım saat kadar kalıp, ziyaret edip görüşüyordum. Din, iman, ahlâk, gençlik ve cemiyet mes`eleleriyle alâkalı konuşuyordu.
Denizli Ağır Ceza Mahkemesi eserlerini bilirkişiye havale etmiş, liseden iki kişiyi bilirkişi tayin etmişler
{Bu bilirkişiyi tayin eden (ilk bilirkişi) Ağır Ceza mahkemesi değil, savcısı tayin etmişti, bilahere Ağır Ceza Mahkemesi dosyayı ve kitapları Ankara’da yüksek ilmî bir heyete tedkik ettirmek üzere göndermişti. A.B.}
zannediyorum. Bunlardan biri edebiyat, diğeri de tarih hocasıydı. Bunlar çok dinsiz adamlardı. Hele biri büsbütün yılandı. Sonradan feci’ şekilde ölüp gitti. Ben Bediüzzaman’ı ziyaret ettiğimde kendisi bana:
“Onları bana gönder de, ben onları dine davet edeyim” dedi. Ben de: “Efendim onlar çok fenadırlar, vazgeçin.” dedim.
Bunun üzerine: “Peki öyle ise, ehvenini getir, az fena olanı çağır. Ben onları dine davet edeceğim. Ben onları affettim.” diyordu. Bediüzzaman’daki büyüklüğe bak! Biz olsak, “başını ezmeli” deriz. “Ben onları affettim” diyor. İşte büyüklük budur. Ruhî bir ışıktır bu...
Hakikaten onlardan birisi diğerine kıyasla biraz daha mu’tedil idi. Fakat Tahir ismindeki çok fena bir adamdı. Mehmet Akif’in: “Acırım tükrüğe billah, tükürsem yüzüne” dediği gibi birisiydi. Rahatsız ederler, kim bilir ne söylerler, canını sıkarlar diye ben onları çağırmadım.
Bediüzzaman çok büyük bir insandı. “Ben onları affettim” diyordu. ınsanın idamına sebep olacak şekilde aleyhinde olanları af edebilmesi, büyük bir fazilettir.
-Ben muallimlere dargınım-
Hareket adamıydı. Girişkendi. Herkesle konuşurdu. Davasını anlatırdı. Pısırıklığa ve miskinliğe taraftar değildi.
Otelin kaldığı odadaki penceresi genişti. Bir gün ziyaretine gittiğimde,
Denizli Ağır Ceza Mahkemesi eserlerini bilirkişiye havale etmiş, liseden iki kişiyi bilirkişi tayin etmişler
{Bu bilirkişiyi tayin eden (ilk bilirkişi) Ağır Ceza mahkemesi değil, savcısı tayin etmişti, bilahere Ağır Ceza Mahkemesi dosyayı ve kitapları Ankara’da yüksek ilmî bir heyete tedkik ettirmek üzere göndermişti. A.B.}
zannediyorum. Bunlardan biri edebiyat, diğeri de tarih hocasıydı. Bunlar çok dinsiz adamlardı. Hele biri büsbütün yılandı. Sonradan feci’ şekilde ölüp gitti. Ben Bediüzzaman’ı ziyaret ettiğimde kendisi bana:
“Onları bana gönder de, ben onları dine davet edeyim” dedi. Ben de: “Efendim onlar çok fenadırlar, vazgeçin.” dedim.
Bunun üzerine: “Peki öyle ise, ehvenini getir, az fena olanı çağır. Ben onları dine davet edeceğim. Ben onları affettim.” diyordu. Bediüzzaman’daki büyüklüğe bak! Biz olsak, “başını ezmeli” deriz. “Ben onları affettim” diyor. İşte büyüklük budur. Ruhî bir ışıktır bu...
Hakikaten onlardan birisi diğerine kıyasla biraz daha mu’tedil idi. Fakat Tahir ismindeki çok fena bir adamdı. Mehmet Akif’in: “Acırım tükrüğe billah, tükürsem yüzüne” dediği gibi birisiydi. Rahatsız ederler, kim bilir ne söylerler, canını sıkarlar diye ben onları çağırmadım.
Bediüzzaman çok büyük bir insandı. “Ben onları affettim” diyordu. ınsanın idamına sebep olacak şekilde aleyhinde olanları af edebilmesi, büyük bir fazilettir.
-Ben muallimlere dargınım-
Hareket adamıydı. Girişkendi. Herkesle konuşurdu. Davasını anlatırdı. Pısırıklığa ve miskinliğe taraftar değildi.
Otelin kaldığı odadaki penceresi genişti. Bir gün ziyaretine gittiğimde,
Yükleniyor...