Altıncı Kısım: Nur talebelerinin ileri gelenlerinden bazılarının kısacık birer müdafaalarıdır ki, kısa ve öz olmasını Hazret-i Üstâd emretmiştir.
{Denizli-Kastamonu Lahikası, s: 79.}
Bu müdafaalardan sadece iki üç nümune alabileceğiz. Geri kalan kısmını bilhassa Osmanlıca şualara havale ediyoruz:
1- Nur talebelerinden Hüsrev Altınbaşak’ın 3 şubat 1944 günü Denizli Ağır Ceza mahkemesinde okuduğu ifadesinden bazı bölümler:
“dini eserlerini okuyup yazmakla, cidden istifade ettiğim Bediüzzaman Hazretleriyle uzun senelerden beri yakından alâkadarlığımı kesmiş değilim. Risale-i Nur nâmındaki eserlerinin hemen hemen hepsini de okumuş bulunuyorum. Barla’da, Isparta’da, Eskişehir hapishanesinde kendisiyle beraber bulundum. Daha sonra da muhaberemi kesmedim. Ben bu vatanın bir öz evlâdı ve Türk milletinin bir ferdiyim. Dindarlık ve Müslümanlığın telkin ettiği faziletkârlığının hakikaten meftunuyum. ıyi olmak ve iyilik edenleri sevmek ve iyi olanlarla arkadaşlık etmekle iftihar ederim. Daha bu gibi yüksek seciyeler arkasında koşan bir ferdim. On iki seneden evvel Hakkın lütfiyle Bediüzzaman Hazretlerine vasıl olmuş ve eserlerini okumuşum. Müslümanlık dininin pek büyük kudsiyetine ve pek yüksek fazilet telkin ettiğine bu eserleri okumakla muttali’ oldum. Asar-ı Nurun ve müellifinin; bu milletin iki hayatlarının saadetlerine çalıştıklarına o kadar bariz deliller gördüm ki; bu delail karşısında hayran olmamak elden gelmiyor...
Sebeb-i ittihamım olarak ileri sürülen, evimde aramada bulunan Risale-i Nur’un bazılaınnda bugünün görüşüne uygun gelmiyen bir iki cümle ile, bazılarında imzalarımın bulunması ve Üstâd’ım Bediüzzaman’a yazdığım eski ve yeni mektuplarımın ele geçmiş olmasıdır. Te’lifleri eski olan yüz kırk küsur Risalenin hepsi de Eskişehir mahkemesi safahatından geçmiş risalelerdir. O mahkeme, şimdi huzurunuzda bulunan beş altı arkadaşımla, bana yüzaltmış üçüncü maddeye istinaden kanaat-ı vicdaniye üzerine, ihtimal ile ceza verirken, yüz küsur arkadaşımızı beraet ettirmişti. Bugünkü ittiham edilmek istenildiğimiz isnadlar, o günde de vardı. Tarikatçısınız... Cemiyetçisiniz... Halkı hükûmet aleyhine teşvik ediyorsunuz!..
Ben yüksek mahkemenize arzederim ki, bizler hakikaten ehl-i garazın kurbanı bi-günah kimseleriz.Hem içimizde esaretin acısını tatmış olanlar var. Millet ve hükûmet mefhumunun ne demek olduğunu bilmiyorlar değiliz. Eski cezamıza yeni bir ceza daha ilâve etmekle, bizi daha çok ezmeyiniz. Eskişehir mahkemesinde söylediğim şu sözlerimi, şimdi bu yüksek mahkemenizde de tekrar ediyorum: Bize Üstâd’ımız tarikat dersi vermiş değildir. Hem Üstâd’ımız yalanı asla irtikab etmezler. Siyaseti çoktan
{Denizli-Kastamonu Lahikası, s: 79.}
Bu müdafaalardan sadece iki üç nümune alabileceğiz. Geri kalan kısmını bilhassa Osmanlıca şualara havale ediyoruz:
1- Nur talebelerinden Hüsrev Altınbaşak’ın 3 şubat 1944 günü Denizli Ağır Ceza mahkemesinde okuduğu ifadesinden bazı bölümler:
“dini eserlerini okuyup yazmakla, cidden istifade ettiğim Bediüzzaman Hazretleriyle uzun senelerden beri yakından alâkadarlığımı kesmiş değilim. Risale-i Nur nâmındaki eserlerinin hemen hemen hepsini de okumuş bulunuyorum. Barla’da, Isparta’da, Eskişehir hapishanesinde kendisiyle beraber bulundum. Daha sonra da muhaberemi kesmedim. Ben bu vatanın bir öz evlâdı ve Türk milletinin bir ferdiyim. Dindarlık ve Müslümanlığın telkin ettiği faziletkârlığının hakikaten meftunuyum. ıyi olmak ve iyilik edenleri sevmek ve iyi olanlarla arkadaşlık etmekle iftihar ederim. Daha bu gibi yüksek seciyeler arkasında koşan bir ferdim. On iki seneden evvel Hakkın lütfiyle Bediüzzaman Hazretlerine vasıl olmuş ve eserlerini okumuşum. Müslümanlık dininin pek büyük kudsiyetine ve pek yüksek fazilet telkin ettiğine bu eserleri okumakla muttali’ oldum. Asar-ı Nurun ve müellifinin; bu milletin iki hayatlarının saadetlerine çalıştıklarına o kadar bariz deliller gördüm ki; bu delail karşısında hayran olmamak elden gelmiyor...
Sebeb-i ittihamım olarak ileri sürülen, evimde aramada bulunan Risale-i Nur’un bazılaınnda bugünün görüşüne uygun gelmiyen bir iki cümle ile, bazılarında imzalarımın bulunması ve Üstâd’ım Bediüzzaman’a yazdığım eski ve yeni mektuplarımın ele geçmiş olmasıdır. Te’lifleri eski olan yüz kırk küsur Risalenin hepsi de Eskişehir mahkemesi safahatından geçmiş risalelerdir. O mahkeme, şimdi huzurunuzda bulunan beş altı arkadaşımla, bana yüzaltmış üçüncü maddeye istinaden kanaat-ı vicdaniye üzerine, ihtimal ile ceza verirken, yüz küsur arkadaşımızı beraet ettirmişti. Bugünkü ittiham edilmek istenildiğimiz isnadlar, o günde de vardı. Tarikatçısınız... Cemiyetçisiniz... Halkı hükûmet aleyhine teşvik ediyorsunuz!..
Ben yüksek mahkemenize arzederim ki, bizler hakikaten ehl-i garazın kurbanı bi-günah kimseleriz.Hem içimizde esaretin acısını tatmış olanlar var. Millet ve hükûmet mefhumunun ne demek olduğunu bilmiyorlar değiliz. Eski cezamıza yeni bir ceza daha ilâve etmekle, bizi daha çok ezmeyiniz. Eskişehir mahkemesinde söylediğim şu sözlerimi, şimdi bu yüksek mahkemenizde de tekrar ediyorum: Bize Üstâd’ımız tarikat dersi vermiş değildir. Hem Üstâd’ımız yalanı asla irtikab etmezler. Siyaseti çoktan
Yükleniyor...