bağlanmasıyla, içtimaî keşmekeşler olmuştur” dedi.
Ben de derim ki: Din yalnız iman değil, belki amel-i salih dahi dinin ikinci cüz’üdür... Acaba katl, zina, sirkat, kumar, şarap gibi hayat-ı içtimaiyyeyi zehirlendiren pek çok büyük günahları işliyenleri, onlardan men’ etmek yalnız hapis korkusu ve hükümetin bir hafiyesinin görmesi tevehhümü kafi gelir mi? O halde her hanede, belki herkesin yanında daima bir polis, bir hafiye bulunmak lâzım gelir ki, serkeş nefisler kendini o pisliklerden çeksinler. İşte Risale-i Nur amel-i salih noktasında, iman cânibinden herkesin başında her vakit bir manevî yasakçıyı bulundurur. Cehennem hapsini ve gadab-ı Ilâhiyi hatırına getirmekle dalâletten kolayca kurtarır.
Hem makam-ı iddia bir risalenin güzel ve fevkalâde kerametkârane bir tevafukunu imza etmeleriyle, bir cem’iyet efradı diye manasız bir emare beyan etmiş... Acaba esnafların ve hancıların defterlerinde bulunan bu nevi imzalara cemiyet namı verilir mi?
Eskişehir’de aynı böyle bir vehim oldu. Cevab verdiğim ve Mu’cizat-ı Ahmediye Risalesini gösterdiğim zaman taaccüble karşıladılar.
Eğer mabeynimizde dünyevî bir cemiyet olsa idi, bu derece benim yüzümden zarar görenler, elbette kemal-i nefretle benden kaçacak idiler. Demek nasıl ben ve biz İmam-ı Gazalî ile irtibatımız var, kopmuyor. Çünkü uhrevîdir, dünyaya bakmıyor. Aynen öyle de, bu ma’sum ve safî ve halis dindarlar benim gibi bir biçareye iman derslerinin hatırı için bir kuvvetli alâka göstermişler. Ondan bu asılsız mevhum bir cemiyet-i siyasiye vehmini vermiş...
Son sözüm:
Mevkuf
Said-i Nursi”
{Denizli Dosyası-1, s: 62.}
Son Söz
Efendiler!
Dikkat ediniz, Risale-i Nur’u ve şâkirtlerini mahkûm etmek, doğrudan doğruya küfr-ü mutlak hesabına hakikat-ı Kur’âniye ve hakaik-i imaniyeyi mahkûm etmek hükmüne geçmekle; bin üçyüz seneden beri, her senede üç yüz milyon onda yürümüş, üçyüz milyar
Ben de derim ki: Din yalnız iman değil, belki amel-i salih dahi dinin ikinci cüz’üdür... Acaba katl, zina, sirkat, kumar, şarap gibi hayat-ı içtimaiyyeyi zehirlendiren pek çok büyük günahları işliyenleri, onlardan men’ etmek yalnız hapis korkusu ve hükümetin bir hafiyesinin görmesi tevehhümü kafi gelir mi? O halde her hanede, belki herkesin yanında daima bir polis, bir hafiye bulunmak lâzım gelir ki, serkeş nefisler kendini o pisliklerden çeksinler. İşte Risale-i Nur amel-i salih noktasında, iman cânibinden herkesin başında her vakit bir manevî yasakçıyı bulundurur. Cehennem hapsini ve gadab-ı Ilâhiyi hatırına getirmekle dalâletten kolayca kurtarır.
Hem makam-ı iddia bir risalenin güzel ve fevkalâde kerametkârane bir tevafukunu imza etmeleriyle, bir cem’iyet efradı diye manasız bir emare beyan etmiş... Acaba esnafların ve hancıların defterlerinde bulunan bu nevi imzalara cemiyet namı verilir mi?
Eskişehir’de aynı böyle bir vehim oldu. Cevab verdiğim ve Mu’cizat-ı Ahmediye Risalesini gösterdiğim zaman taaccüble karşıladılar.
Eğer mabeynimizde dünyevî bir cemiyet olsa idi, bu derece benim yüzümden zarar görenler, elbette kemal-i nefretle benden kaçacak idiler. Demek nasıl ben ve biz İmam-ı Gazalî ile irtibatımız var, kopmuyor. Çünkü uhrevîdir, dünyaya bakmıyor. Aynen öyle de, bu ma’sum ve safî ve halis dindarlar benim gibi bir biçareye iman derslerinin hatırı için bir kuvvetli alâka göstermişler. Ondan bu asılsız mevhum bir cemiyet-i siyasiye vehmini vermiş...
Son sözüm:
Mevkuf
Said-i Nursi”
{Denizli Dosyası-1, s: 62.}
Son Söz
Efendiler!
Dikkat ediniz, Risale-i Nur’u ve şâkirtlerini mahkûm etmek, doğrudan doğruya küfr-ü mutlak hesabına hakikat-ı Kur’âniye ve hakaik-i imaniyeyi mahkûm etmek hükmüne geçmekle; bin üçyüz seneden beri, her senede üç yüz milyon onda yürümüş, üçyüz milyar
Yükleniyor...