edilmiş zannı ile itiraz ettiler. Hem o risalenin aslı Dar-ül Hikmet’ten daha eskidir. Yalnız bir zaman sonra tanzim edildi, Risale-i Nur’a girdi. şöyle ki:
Hürriyet’ten evvel İstanbul’a geldim. O zaman Japonya’nın baş kumandanı İslam Ulemasından dini bazı sualler sormuştu. Onları İstanbul Hocaları benden sordular. Hem çok şeyleri o münasebetle sual ettiler. Ezcümle: Bir hadiste, ”Ahirzamanın dehşetli bir şahsı sabah kalkar, alnında “haza Kâfirün” yazılmış bulunur” hadis var diye benden sual ettiler?
Dedim : Bir acib şahıs bu milletin başına geçer.. Ve sabah kalkar başına şapka giyer ve giydirir.
Bu cevaptan bunu sordular: ”Acaba o zaman onu giyen kafir olmazmı?”
Dedim: şapka başa gelecek, “secdeye gitme!” diyecek. Fakat baştaki iman o şapkayı secdeye getirecek, Müslüman edecek ınşallah...
Sonra dediler: “Aynı şahıs bir su içecek, onun eli delinecek ve bu hadise ile Süfyan olduğu bilinecek?”
Bende cevaben dedim: Bir darb-ı mesel var ki: çok israflı adama eli deliktir, yani elinde mal durmuyor, akıyor, zayi’ olur denilir. İşte o dehşetli adam, bir su olan rakıya müptela ve onun ile hasta olacak.. Ve kendisi hadsiz israfata girecek, başkalarınıda alıştıracak.
Sonra birisi bordu ki: “O süfyan öldüğü zaman, İstanbul’da Dikilitaş’ta şeytan dünyaya bağıracak ki, filan öldü?”
Bende o vakit dedim: ”Telgrafla haber verilecek.. Fakat bir zaman sonra radyo çıkmış, işittim. Eski cevabım tam değilmiş bildim. Dar-ül Hikmet’te iken dedim: “şeytan gibi radyoyla dünyaya işittirilecek.”
Sonra, Sedd-i Zülkarneyn ve Ye’cüc ve Me’cüc ve Dâbbet-ül arz ve Deccal ve Nüzul-ü ısa(A.S.) hakkında sualler sorulmuştu. Bende cevab vermiştim. Hatta eski risalelerimde onlar kısmen yazılmışlar.
Bir zaman sonra, Mustafa Kemal iki defa şifre ile ve Van’ın eski valisi ve benim dostum Tahsin Bey’in vasıtasıyla beni Ankara’ya taltif için, neşredilen “Hutuvat-ı Sitte”ye mukâfeten celbetti. Gittim, şeyh Sinûsî Kürtçe lisanı bilmediğinden, beni onun yerine üç yüz lira maaşla vilâyat-ı şarkiyyeye vaiz-i umumî, hem meb’us, hem Diyanet riyaseti dairesinde Dar-ül Hikmet azaları ile beraber eski vazifem ile memnun etmek ve benim Van’da temelini attığım Medreset-üz Zehra ve şark dârül fünunuma, Sultan Reşad’ın verdiği on dokuz bin lirayı, yüzellibin bankonota iblağ ederek, iki yüz meb’us içinde yüzaltmışüç meb’usun imzasıyla kabul edildiği halde, ben Beşinci şua’ aslının verdiği haberin bir kısmını orada
Hürriyet’ten evvel İstanbul’a geldim. O zaman Japonya’nın baş kumandanı İslam Ulemasından dini bazı sualler sormuştu. Onları İstanbul Hocaları benden sordular. Hem çok şeyleri o münasebetle sual ettiler. Ezcümle: Bir hadiste, ”Ahirzamanın dehşetli bir şahsı sabah kalkar, alnında “haza Kâfirün” yazılmış bulunur” hadis var diye benden sual ettiler?
Dedim : Bir acib şahıs bu milletin başına geçer.. Ve sabah kalkar başına şapka giyer ve giydirir.
Bu cevaptan bunu sordular: ”Acaba o zaman onu giyen kafir olmazmı?”
Dedim: şapka başa gelecek, “secdeye gitme!” diyecek. Fakat baştaki iman o şapkayı secdeye getirecek, Müslüman edecek ınşallah...
Sonra dediler: “Aynı şahıs bir su içecek, onun eli delinecek ve bu hadise ile Süfyan olduğu bilinecek?”
Bende cevaben dedim: Bir darb-ı mesel var ki: çok israflı adama eli deliktir, yani elinde mal durmuyor, akıyor, zayi’ olur denilir. İşte o dehşetli adam, bir su olan rakıya müptela ve onun ile hasta olacak.. Ve kendisi hadsiz israfata girecek, başkalarınıda alıştıracak.
Sonra birisi bordu ki: “O süfyan öldüğü zaman, İstanbul’da Dikilitaş’ta şeytan dünyaya bağıracak ki, filan öldü?”
Bende o vakit dedim: ”Telgrafla haber verilecek.. Fakat bir zaman sonra radyo çıkmış, işittim. Eski cevabım tam değilmiş bildim. Dar-ül Hikmet’te iken dedim: “şeytan gibi radyoyla dünyaya işittirilecek.”
Sonra, Sedd-i Zülkarneyn ve Ye’cüc ve Me’cüc ve Dâbbet-ül arz ve Deccal ve Nüzul-ü ısa(A.S.) hakkında sualler sorulmuştu. Bende cevab vermiştim. Hatta eski risalelerimde onlar kısmen yazılmışlar.
Bir zaman sonra, Mustafa Kemal iki defa şifre ile ve Van’ın eski valisi ve benim dostum Tahsin Bey’in vasıtasıyla beni Ankara’ya taltif için, neşredilen “Hutuvat-ı Sitte”ye mukâfeten celbetti. Gittim, şeyh Sinûsî Kürtçe lisanı bilmediğinden, beni onun yerine üç yüz lira maaşla vilâyat-ı şarkiyyeye vaiz-i umumî, hem meb’us, hem Diyanet riyaseti dairesinde Dar-ül Hikmet azaları ile beraber eski vazifem ile memnun etmek ve benim Van’da temelini attığım Medreset-üz Zehra ve şark dârül fünunuma, Sultan Reşad’ın verdiği on dokuz bin lirayı, yüzellibin bankonota iblağ ederek, iki yüz meb’us içinde yüzaltmışüç meb’usun imzasıyla kabul edildiği halde, ben Beşinci şua’ aslının verdiği haberin bir kısmını orada
Yükleniyor...