Evet,1943 yılı 7, 8, 9 ve 10. aylarında bir çok vilâyet ve kazalardan toplattırılan Nur talebeleri, nihayet Denizli adliyesinde davaya bakılmak üzere Denizli hapishanesinde bir araya getirilmişlerdir. Sağdan soldan getirilen bütün bu mazlum Nur talebelerinin ayrı ayrı evrak, dosya ve kitapları çok büyük bir hacim teşkil etmiş olması lâzımdır. Hatta yalnız Kastamonu ilinde tutuklanan bir kaç Nur talebesinin dosya ve evrakları Mehmed Feyzi Efendinin anlattığına göre, yerden bir sandalye yüksekliği kadar imiş...İstanbul’un ve Isparta’nın bir çok talebelerinin evrak ve dosyaları da o nisbette hesap edilsin.

İşte tüm bu karmaşık ve çok olan evrak ve dosyalar Denizli’de toplandıktan sonra, ilk iş, Denizli savcılığının bütün bunları tetkik etmesi ve maznunların yeniden ifadelerini alarak neticeyi çıkarması çok uzun bir zaman alması icab ederken, gayet aceleyle, çok kısa bir zamanda bunu bitirmiş ve ilk hazırlık dosyasını tamamlıyarak mütalâasını yazmış ve dosyayı sorgu hâkimliğine tevdi etmiştir.

Hazret-i Üstâd Denizli hapishanesine geldikten bir kaç gün sonra, C. Savcılığına vermiş olduğu müdafaalı dilekçesinden bölümler alacağız. Bu dilekçe, henüz ilgili evrak ve dosyalar savcılık tetkikatında olduğa bir zamanda büyük bir ihtimalle 1943 yılının onbirinci ayı başlarında verilmiştir.

Dilekçenin bazı bölümleri:

“Müdde-i umumi bey Hazretleri!

Yirmi senedir hayat-ı içtimaiyeyi, bilhassa böyle resmî ve ince ve siyasî hayatı terketmişim. O hallere karşı olması lazım gelen vaziyeti bilemiyorum ve düşünemiyorum.. Ve düşünmesi beni cidden incitiyor. Fakat mecburiyetle Isparta’da insafsız bir müdde-i umumî, intizamsız ve mükerrer ve lüzumsuz pek çok suallerine verdiğim cevabların hatimesi ve hülâsası ve Sorgu Hâkiminin zabtına geçmiş ve ayrıca size verilmiş olan intizamsız müdafaatım ve istidamla, belki saded hâricinde ve lüzumsuz ve tekrarlı ve intizamsızlık ve aleyhime dönecek şiddetli tabirler ve bilmediğim yeni kanunlara muhalif ifadeler bulunabilir.

Fakat madem hakikat üzere gidiyor, hakikatın hatırı için o kusurlara bakmamak gerekir. O istid’a da beş altı esas üzere gidiyor.

Birincisi: Madem Hükûmet-i cumhuriye, cumhuriyetteki hürriyet-i Vicdan düsturuyla dinsizlere ve sefahatçilere ilişmiyor.. Elbette dindarlara ve takvacılara da ilişmemek gerektir.. Ve “madem dinsiz bir millet yaşamaz” ve Asya din noktasında Avrupa’ya benzemez.. Ve İslâmiyet hayat-ı şahsiye ve uhreviye cihetinde Hristiyanlığa uymaz.. Ve dinsiz bir Müslüman başka dinsizler gibi olmaz.. Ve bu bin seneden beri dünyayı

Yükleniyor...