Üstâd Bediüzzaman’la tanışıp Nura talebe olmuş olan bu zat, Denizli hapsi hadisesiyle ilgili hatıralarında şunları kaydeder:
“... O ne dehşetli günlerdi... Ezan Türkçe okunuyor, bazı hocalar tarafından bunun müdafaası da yapılıyordu. Camilere gelenler çok azdı. ıhtiyarlar namazdan sonra kaçarcasına dağ’ılıyorlardı. Bir Elif cüz’ü ele geçirip de okuyabilmek bir meseleydi. İslâm kelimesini ağzına almak müthiş bir cesaretti...
Denizli hadisesinde bizi de hapse attılar. Ramazan-ı şerifin 19. günü bir pazar sabahı polis ve jandarmalar evimizi bastılar. (Ki aynı gün hz. Üstâd’ın da Kastamonu da evi basılmıştı.) Üç ay kadar ınebolu hapishanesinde kaldıktan sonra, deniz yoluyla İstanbul’a, oradan da ızmir’e, daha sonra trenle Denizli’ye geldik. Trende bitişik kompartımanlarda Denizli tüccarları hep Üstâd’dan bahsediyorlardı.
Hapishaneye vardığımızda, dehliz gibi bir aralıktan geçerken Üstâd bizi gördü ve bize hitaben: “Merak etmeyiniz kardeşlerim” diyerek bizi teselli etti.
Bizler hapishaneye gelmezden önce, burada şöyle bir hadise cereyan etmiş: Üstâd abdest almaya çıkarken, pencereye üşüşen mahkûmlar, kendilerine nasihat etmesini istemişler. Üstâd ise, hiç sesini çıkarmamış. Bu hal mahkûmlarda üç defa tekerrür edince, “Gidin temizlenin” diye Üstâd söylemiş.
Süleyman Efe ismindeki mahpusların başı, onları toplamış, yetmiş seksen kadar mahkûmlara: “Söyleyin ulan içinizden hanginiz pis?” nihayet içlerinden birisi, üç aydır yıkanmadığını söylemiş. Süleyman Efe hiddetlenmiş, adama bağırarak hemen git yıkan demiş.
Daha sonra, Üstâd bunların yanından geçerken, yine nasihat etmesini istedikleri zaman, onlara namaz kılmalarını söylemiş. Mahkûmlar hep bir ağızdan hiç bir şey bilmediklerini ifade etmişler. Üstâd da onlara “peki, benim talebelerim gelecek... Onlar size namaz kılmasını öğretirler” demiş.
“Bizleri bir kaç gün karantinada beklettikten sonra avluya çıkarttılar. İç yerden bir yer seçecektik. Kararsızdık, “Nereyi seçelim” diye düşünürken, Ağır cezalıların başı Süleyman Efe ve arkadaşları, bizim yataklarımızı alıp götürdüler. Temizlettirip, badana ettirdikleri bir odaya herkesi kendilerince sıraya dizip yerleştirmişlerdi. Biz de çaresiz onların hazırlattığı yere gittik. Herkesin kendi yatağının önüne diz çöküp oturabileceği tahtadan yerler yapmışlardı.
Üstâd’la aralarında geçen konuşmalarını anlattılar. Biz her bir mahkûma Kur’ân’ı okutmaya ve ilm-i hal öğretmeye başladık. Zekâsı aşağı olanlara,
“... O ne dehşetli günlerdi... Ezan Türkçe okunuyor, bazı hocalar tarafından bunun müdafaası da yapılıyordu. Camilere gelenler çok azdı. ıhtiyarlar namazdan sonra kaçarcasına dağ’ılıyorlardı. Bir Elif cüz’ü ele geçirip de okuyabilmek bir meseleydi. İslâm kelimesini ağzına almak müthiş bir cesaretti...
Denizli hadisesinde bizi de hapse attılar. Ramazan-ı şerifin 19. günü bir pazar sabahı polis ve jandarmalar evimizi bastılar. (Ki aynı gün hz. Üstâd’ın da Kastamonu da evi basılmıştı.) Üç ay kadar ınebolu hapishanesinde kaldıktan sonra, deniz yoluyla İstanbul’a, oradan da ızmir’e, daha sonra trenle Denizli’ye geldik. Trende bitişik kompartımanlarda Denizli tüccarları hep Üstâd’dan bahsediyorlardı.
Hapishaneye vardığımızda, dehliz gibi bir aralıktan geçerken Üstâd bizi gördü ve bize hitaben: “Merak etmeyiniz kardeşlerim” diyerek bizi teselli etti.
Bizler hapishaneye gelmezden önce, burada şöyle bir hadise cereyan etmiş: Üstâd abdest almaya çıkarken, pencereye üşüşen mahkûmlar, kendilerine nasihat etmesini istemişler. Üstâd ise, hiç sesini çıkarmamış. Bu hal mahkûmlarda üç defa tekerrür edince, “Gidin temizlenin” diye Üstâd söylemiş.
Süleyman Efe ismindeki mahpusların başı, onları toplamış, yetmiş seksen kadar mahkûmlara: “Söyleyin ulan içinizden hanginiz pis?” nihayet içlerinden birisi, üç aydır yıkanmadığını söylemiş. Süleyman Efe hiddetlenmiş, adama bağırarak hemen git yıkan demiş.
Daha sonra, Üstâd bunların yanından geçerken, yine nasihat etmesini istedikleri zaman, onlara namaz kılmalarını söylemiş. Mahkûmlar hep bir ağızdan hiç bir şey bilmediklerini ifade etmişler. Üstâd da onlara “peki, benim talebelerim gelecek... Onlar size namaz kılmasını öğretirler” demiş.
“Bizleri bir kaç gün karantinada beklettikten sonra avluya çıkarttılar. İç yerden bir yer seçecektik. Kararsızdık, “Nereyi seçelim” diye düşünürken, Ağır cezalıların başı Süleyman Efe ve arkadaşları, bizim yataklarımızı alıp götürdüler. Temizlettirip, badana ettirdikleri bir odaya herkesi kendilerince sıraya dizip yerleştirmişlerdi. Biz de çaresiz onların hazırlattığı yere gittik. Herkesin kendi yatağının önüne diz çöküp oturabileceği tahtadan yerler yapmışlardı.
Üstâd’la aralarında geçen konuşmalarını anlattılar. Biz her bir mahkûma Kur’ân’ı okutmaya ve ilm-i hal öğretmeye başladık. Zekâsı aşağı olanlara,
Yükleniyor...