“Ved’ Duha”dan aşağısına kadar ezberliyerek imtihan kazanmış olduğundan, mahkûmlara imamlık yaptığını gözümüzle gördük.
Tahta kurusunu öldürmiyecek kadar salâh-ı hal
Denizli hapishanesinde, tavan beton olduğu halde, incecik yağmur gibi tahtakurusu ve sivrisinekler dökülüyordu. Sık sık süpürür ve dökerdik. Kağuştaki mahkûm Ağır cezalılar şikayet ederlerdi: “Adam öldürdüm amma, şimdi sivri sineği dahi öldüremiyoruz” diyorlardı.
Nur talebelerini görüştürmiyen Müdür şevki
Cezaevi müdürü Sevki Bey, bizi diğer koğuşlardaki kardeşlerimizle görüştürmezdi. Ancak mahkemeye gidip gelirken görüşebilirdik. Yetmiş kişilik bir kafile, önümüzde Üstâd Hazretleri... her defasında başka bir kişiyle Üstâd’ı kelepçelerlerdi. Etrafımızda süngülü otuzdan fazla jandarma bulunurdu. Denizli’nin ali-cenab ve misafir-perver halkı geçtiğimiz yolların iki tarafını doldurur, göz yaşlarıyla teessürler içinde sevgilerini, başlarıyla da selâmlarını bildirirlerdi. Cezaevi yolunda eski bir mezarlık vardı. Üstâd buradan her gelip geçtikçe fatiha okumadan geçmezdi.
Beraet Kararı
Son mahkemede, merhum Hâkim Ağır Ceza Reisi Ali Rıza Bey ve diğer azalar, bize kararın tebliğ edileceğini ve ayağa kalkmamızı söylediler. Karar okundu. Başta Üstâd olmak üzere hepimizin beraetine oy birliğiyle karar verilmişti...
Mahkemeden çıkınca halkın büyük tezahüratı ve ”Yaşasın Adalet” nidaları ve alkışları içinde mahemeden Cezaevine geldik. Eşyalarımızı dışarıya çıkardık. Denklerin üzerinde ıbrahim Fakazlı oturuyordu. Çarşıdan faytonlar geliyor, sıraya giriyorlardı. Birinci faytona Üstâd, ikinci faytona Fevzi Pamukçu binmişti. Bu esnada doğu tarafından ağaçlar arasından bir süvari sür’atle geliyordu. -Ki ağaçların arasından öylesi sür’atle geçmek akıl işi olmadığından- şaşkına dönmüştük. Süvari tam Üstâd’ın faytonunun sol arkasında aniden durdu. Atından indi ve Üstâd’ımızın karşısında askerce sert bir selâm verdi. Bir kaç kelime söyledi, elini öptü ve yine sert bir selâmla mahmuzları şaklattı. Ve atına binerek aynı istikamette, aynı şekilde sür’atle uzaklaştı. ıbrahim Fakazlı ile bu hadiseyi hep konuştuk ve hiç bir zaman çözemedik. Üstâd’a sormaya da cesaret edemedik.
Hazret-i Üstâd, delikli çınar nâmiyla anılan semtte bir otele yerleşti. Diğer arkadaşlarımızı Denizlililer evlerine götürdüler. Nefis yemeklerle
Tahta kurusunu öldürmiyecek kadar salâh-ı hal
Denizli hapishanesinde, tavan beton olduğu halde, incecik yağmur gibi tahtakurusu ve sivrisinekler dökülüyordu. Sık sık süpürür ve dökerdik. Kağuştaki mahkûm Ağır cezalılar şikayet ederlerdi: “Adam öldürdüm amma, şimdi sivri sineği dahi öldüremiyoruz” diyorlardı.
Nur talebelerini görüştürmiyen Müdür şevki
Cezaevi müdürü Sevki Bey, bizi diğer koğuşlardaki kardeşlerimizle görüştürmezdi. Ancak mahkemeye gidip gelirken görüşebilirdik. Yetmiş kişilik bir kafile, önümüzde Üstâd Hazretleri... her defasında başka bir kişiyle Üstâd’ı kelepçelerlerdi. Etrafımızda süngülü otuzdan fazla jandarma bulunurdu. Denizli’nin ali-cenab ve misafir-perver halkı geçtiğimiz yolların iki tarafını doldurur, göz yaşlarıyla teessürler içinde sevgilerini, başlarıyla da selâmlarını bildirirlerdi. Cezaevi yolunda eski bir mezarlık vardı. Üstâd buradan her gelip geçtikçe fatiha okumadan geçmezdi.
Beraet Kararı
Son mahkemede, merhum Hâkim Ağır Ceza Reisi Ali Rıza Bey ve diğer azalar, bize kararın tebliğ edileceğini ve ayağa kalkmamızı söylediler. Karar okundu. Başta Üstâd olmak üzere hepimizin beraetine oy birliğiyle karar verilmişti...
Mahkemeden çıkınca halkın büyük tezahüratı ve ”Yaşasın Adalet” nidaları ve alkışları içinde mahemeden Cezaevine geldik. Eşyalarımızı dışarıya çıkardık. Denklerin üzerinde ıbrahim Fakazlı oturuyordu. Çarşıdan faytonlar geliyor, sıraya giriyorlardı. Birinci faytona Üstâd, ikinci faytona Fevzi Pamukçu binmişti. Bu esnada doğu tarafından ağaçlar arasından bir süvari sür’atle geliyordu. -Ki ağaçların arasından öylesi sür’atle geçmek akıl işi olmadığından- şaşkına dönmüştük. Süvari tam Üstâd’ın faytonunun sol arkasında aniden durdu. Atından indi ve Üstâd’ımızın karşısında askerce sert bir selâm verdi. Bir kaç kelime söyledi, elini öptü ve yine sert bir selâmla mahmuzları şaklattı. Ve atına binerek aynı istikamette, aynı şekilde sür’atle uzaklaştı. ıbrahim Fakazlı ile bu hadiseyi hep konuştuk ve hiç bir zaman çözemedik. Üstâd’a sormaya da cesaret edemedik.
Hazret-i Üstâd, delikli çınar nâmiyla anılan semtte bir otele yerleşti. Diğer arkadaşlarımızı Denizlililer evlerine götürdüler. Nefis yemeklerle
Yükleniyor...