Nur’u hem benimle temas edenleri işhad ediyorum ki; Benim eskiden beri mesIeğim hüsn-ü zandır. Değil tekfir, belki mümkin olduğu kadar Müslümanları tekfir vartalarından kaçmışım. Mezheb-i Hanefide sebeb-i küfür gösterilen çok maddeler, Mezheb-i şafiide yalnız kebair sayıldığı cihedle, ben hüsn-ü zan etmeye mezhebimce mükellefim. Hanefi ulemasından -Mezhebimce- daha ziyade tekfirden çekiniyorum. Hususî ve muayyen insanlarda tâm sarih küfür görülmezse, kâfir diyemeyiz... Ve Risale-i Nur’da “Ey mülhidler ey zındıklar” dediğim vakit, muhtaplarım ise, gizli ve İslâmiyetin ifsadını ve mü’minlerin imanını bozmayı hedef ittihaz eden ve bazen hükûmetin bazı erkânını iğfal edip bizi böyle belâlara sokan ve otuz senedenberi benimle mücadele eden şahsen bilmediğimiz bir kısım münafıklardır.

Onuncu Sehiv: “...İki türlü Deccal, Süfyan diye zaruriyat-ı diniyeden olmayan... bunlarda icma’ var” diyor. İnanmayanlara “Zındık, dinsiz, mülhid” hükmünü veriyor. Halbuki Mehdî, deccal, Süfyan gibi şeyler Kur’ân’da yoktur. icma’da yoktur.. Yalnız Teftazanî: “Bunlar gayr-i mümkin şeyler olmadığından bu babta rivayet edilen hadisleri kabul ederiz” demiş. Hem İmam-ı mahfi ve Mehdî-i muntazar batıl olduğuna ehl-i sünnetin ittifakı var?...

Elcevab: Acelecilik belâsıyla gayet sathî bir surette, yüz risaleden ziyade kitaplar tetkik edilmeden, bir mahrem risalemin bir ibaresinden böyle bir hüküm isnad etmelerini o müdakkik zatlara yakıştıramıyoruz.

Evvela: Teftazanî, Ahirzaman hadisatı hakkında değil, belki hadisat-ı uhreviyeden bir acib kısım hakkında o sözleri “şerh-ül Makasıd’ da

{Barekallah, Maşaallah yüzbin kere bu nuranî hafızaya ki; yirmibeş otuz sene evvel gözden geçirdigi benzeri ilm-i kelâm kitaplarındaki umum mes’eleleri dekaikiyle hıfzediyor!.. Bu ehl-i vukuf ise, hem meşhur ulema, hem her gün yanlarında meşguliyetleri icab-ı okudukları o kitaplardan en bariz bir mes’elesinde de sehvediyor ve yanılgıya düşüyor. A.B.}



yazmış.

Saniyen: Risale-i Nur’dan mahrem bir cüz’ü “ıki Deccal’a inanmıyan dinsizdir”demiyor..Hem Deccal’ın hurucu bütün akide-i İslâmiye kitaplarında mezkûrdür, icma’a mazhardır. Mehdî ve Süfyan mefküresi ise, İmmet içinde gayet esaslı bir tarzda ve ehemmiyetli bir hikmete binaen cereyan edip gelmiş. Adeta İmmetçe telâkki-i bil-kabul nev’inde bir medar-ı teselli olarak, her asırda Âl-i Beyt-i Nebevî’den bir hidayetkâr imdada yetişmesi tesellisiyIe, Devlet-i Süfyaniyede ve Emeviye’de, Eski zamanda Yezid ve Velid gibi Süfyan manasını veren hâkimlere karşı dayanmak için, her asrın ihtiyacı bu mefküreyi idame etmiş.. Ve bu hakikatı cüz’î küllî her asır gösterdiği gibi, bu asır da bir derece göstermiş diye Risale-i Nur’un beyanatı hiç bir cihetle hakaik-ı İslâmiyeye münafâtı


Yükleniyor...