Bilâhere Hazret-i Üstâd Emirdağ kazasında bulunduğu sıralarda bu intihar hadisesini duyduğunda şöyle demiştir:
“...Hem Abdurrahman Selahaddin’in medar-ı merak mektubunu ve bana şapka için Ankara’da sıkıntı veren Vali Nevzat’ın intiharıyla, kendi tokadını ve cezası kendi eliyle verilmesini...”
{Emirdağ-1, s: 174.}
Yine aynı mevzuda; Üstâd’ın hey’et-i vekileye ve Meclis başkanlığına yazdığı dilekçesinin haşiyesinde şöyle demiştir:
“Yanlız beş sene evvel Ankara Valisi Nevzat Bey, cebren kıyafetime ilişmek istedi. Hem muvaffak olamadı, hem kendi kendini intihar etmekle tokadını yedi...”
{Denizli dosyası 4. Fasikül, s: 41.}
Üstâd’ın bu ifadesinde; Nevzat Tandoğan, kendisinin başına şapkayı cebren koymaya yeltendiği ve fakat başaramadığı, yani manevî bir mani’ ile karşılaştığı hükmü teyidedilmiş oluyor.
Hadisenin İki şâhidinin ifadeleri ve Bir Hatıra
Birincisi: Selahaddin Çelebidir. 1942’de Kars gümrük memurluğunda iken,1943’de altı aylık bir kurs için Ankara’ya gelmiştir. Burada bulunduğu zamanlarda, cereyan eden Denizli hadisesinde onun da ismi listeye geçmiş ve kursta iken, bir gün üstü başı, evi ve eşyası aranmış ve bazı Nur risaleleri yanında bulunmuştur. Üstâd hazretleri Kastamonu’dan Ankara’ya getirildiği günlerde nezaret ve isticvab altında bulunmakta olan Selahaddin Çelebi, şunları kaydeder:
“... Bir gün komiser Naci Bey; telâşla emniyete geldi. “Sürpriz!.” diye bağırdı. “Bediüzzaman Hoca Efendi’yi Kastamonu’dan getirmişler. Geceyi Çankırıkapı’da bir otelde geçirmiş. Otelde müstahdem yerine polisler geçmiş, hizmetine de, garson kıyafetinde bir komiser vermişler.“ dedi.
Biraz sonra beni birinci şu’be müdürünün odasına çağırdılar. ıçeri girince, Üstâd’ı oturuyor gördüm. Derhal elini öptüm. Çok hararetli olan elini bırakmadım. şiddetli hasta ve yorgundu. Buna rağmen müdüre hitaben: “Bunlar bu vatanın fedakâr imanlı evlâdlarıdır. Bunlar emniyet ve asayişi ihlâl etmezler. Bilâkis muhafaza ederler.” dedi. Üstâd beni ve benim gibi gençleri kastediyordu. Sonra bana dönerek: “Korkmayınız!..” dedi.
Üstâd’ı tekrar otele götürdüler. Ertesi sabah beni iki polis refakatinde götürürlerken, ileride kalabalık bir gurupla Üstâd’ı vilâyete götürüyorlardı. Elli metre geriden biz de onları takib ediyorduk.
“...Hem Abdurrahman Selahaddin’in medar-ı merak mektubunu ve bana şapka için Ankara’da sıkıntı veren Vali Nevzat’ın intiharıyla, kendi tokadını ve cezası kendi eliyle verilmesini...”
{Emirdağ-1, s: 174.}
Yine aynı mevzuda; Üstâd’ın hey’et-i vekileye ve Meclis başkanlığına yazdığı dilekçesinin haşiyesinde şöyle demiştir:
“Yanlız beş sene evvel Ankara Valisi Nevzat Bey, cebren kıyafetime ilişmek istedi. Hem muvaffak olamadı, hem kendi kendini intihar etmekle tokadını yedi...”
{Denizli dosyası 4. Fasikül, s: 41.}
Üstâd’ın bu ifadesinde; Nevzat Tandoğan, kendisinin başına şapkayı cebren koymaya yeltendiği ve fakat başaramadığı, yani manevî bir mani’ ile karşılaştığı hükmü teyidedilmiş oluyor.
Hadisenin İki şâhidinin ifadeleri ve Bir Hatıra
Birincisi: Selahaddin Çelebidir. 1942’de Kars gümrük memurluğunda iken,1943’de altı aylık bir kurs için Ankara’ya gelmiştir. Burada bulunduğu zamanlarda, cereyan eden Denizli hadisesinde onun da ismi listeye geçmiş ve kursta iken, bir gün üstü başı, evi ve eşyası aranmış ve bazı Nur risaleleri yanında bulunmuştur. Üstâd hazretleri Kastamonu’dan Ankara’ya getirildiği günlerde nezaret ve isticvab altında bulunmakta olan Selahaddin Çelebi, şunları kaydeder:
“... Bir gün komiser Naci Bey; telâşla emniyete geldi. “Sürpriz!.” diye bağırdı. “Bediüzzaman Hoca Efendi’yi Kastamonu’dan getirmişler. Geceyi Çankırıkapı’da bir otelde geçirmiş. Otelde müstahdem yerine polisler geçmiş, hizmetine de, garson kıyafetinde bir komiser vermişler.“ dedi.
Biraz sonra beni birinci şu’be müdürünün odasına çağırdılar. ıçeri girince, Üstâd’ı oturuyor gördüm. Derhal elini öptüm. Çok hararetli olan elini bırakmadım. şiddetli hasta ve yorgundu. Buna rağmen müdüre hitaben: “Bunlar bu vatanın fedakâr imanlı evlâdlarıdır. Bunlar emniyet ve asayişi ihlâl etmezler. Bilâkis muhafaza ederler.” dedi. Üstâd beni ve benim gibi gençleri kastediyordu. Sonra bana dönerek: “Korkmayınız!..” dedi.
Üstâd’ı tekrar otele götürdüler. Ertesi sabah beni iki polis refakatinde götürürlerken, ileride kalabalık bir gurupla Üstâd’ı vilâyete götürüyorlardı. Elli metre geriden biz de onları takib ediyorduk.
Yükleniyor...