polisler oteli adeta işgal etmişlerdi.



İşte altıokçu kodamanlarından Nevzat Tandoğan, hazırlanan plân gereğince hem hususî kinini ve ilhad namına olan adavetinin gayzını, İslâm dini mümessili olan Hazret-i Bediüzzaman’ın şahsında, rejim ve hükûmet kuvvetine dayanarak icra etmek üzere; hiç bir ilgisi, hiç bir müdahale hakkı yokken ve mazlum olan Bediüzzaman resmi muhafızlar nezareti altında Isparta adliyesine götürülmekte iken; kendi polisleri vasıtasıyla onu vilâyete celbettirir.

Burada Bayram Yüksel Ağabey’in Üstâd’dan duymuş olduğu bir rivayeti hemen nakledelim:

“Üstâdımız buyurmuşlardı ki: “Ben Kastamonu’dan Ankara’ya geldiğimde Vali Nevzat Tandogan’la olan muamelemizden sonra, Isparta’ya gitmek üzere ıstasyona götürüldük. Trene bindim. Başıma sarığımı takmıştım. Meğer Valinin tertibiyle beni sarıklı halde cürm-ü meşhud halinde yakalamak için polisler bekliyorlarmış. Ben trende iken bir pire başımı kaşıttı. Sarığımı çıkarıp bir yere indirmişken, o anda polisler baskın yaptı, beni başı açık görünce geri gittiler. Demek ki bir pire onların plânını berbat etti”

{Son şahitler-1 Bayram Agabey Hatıratı.}



Vali Nevzat Tandoğan’la Üstâd arasında geçen muameleye dönüyoruz: Vali Tandoğan, dinî an’aneleri, belki tüm esasatını mutlak inkârın verdiği bir cüretle; maddeten eli kolu bağlı, garip, misafir ve yolcu olan Bediüzzaman Hazretlerinin başına frenk serpuşunu koydurtmak ister. Altıokçu Valinin şu münasebetsiz, kanunsuz davranışıyla, din ve dinî akide ile alay etmek ve tahkir etmek hedefi apaçıktır. Çünki dünyanın her tarafında kanun ve yasaların taalluk etmediği şâz ve nâdir insanlar mevcuttur. Kaldı ki, fiilen ve amelen mevcut bir kanunu kırmak ve bozmak ve reddetmek teşebbüsü vaki’ olmadığı zamanda, hiç bir muahezeye tabi’ tutulamaz. Az yukarlarda ileri sürdüğümüz husus ki; bu hadise ile, yani Denizli hadisesinin tertibiyle, başta Reis ısmet inönü ve Başbakan Şükrü Saraçoğlu ve bazı hükûmet erkânı alâkadardır diye olan iddiamız burada canlı olarak bariz şekilde ıspatlanmış oluyor. Zira eğer normal bir zabıta vak’ası olarak hadise cereyan etmiş olsaydı, mesele Isparta savcısıyla, Kastamonu savcısı arasında bir münasebet tarzında cereyan ederdi.. Ve Bediüzzaman da muhafızları ile birlikte normal seyri ile Ankara’ya uğrar, hiç kimsenin haberi olmaz, sabahleyin yolculuğuna devam eder, giderdi. Ama görülüyor ki, hadise o tarzda değil, Bediüzzaman Kastamonu’dan çıktığı andan itibaren, Ankara’dan takip edilmiş ve otele (belli ve muayyen ve ayarlanmış bir otele) iner inmez, Vali hemen polislerini göndermiş, Üstâd’ı vilâyet konağına çağırtmıştır.

Yükleniyor...