himmetleriyle otuz ile kırk arasında, hatta bir cihette mümtaziyet kazanan Mehmed Zühdü’nün küçük Hafız Ali gibi hem Risale-i Nur’u yazarak, hem kendi evinde yüz elli kadar çocuğu serbest olarak üç aydan beri okutmasıyla; Ve civarında diğer köylerde bulunan onbeşer, yirmişer arkadaşlarıyla talebeleriniz Kur’ânî hizmetlerinde gayretli bir surette çalışmaktadırlar.
Mübareklerin yazdıkları gibi, dört köyde dört ay zarfında, elif-bayı okuyamıyan kırk elli ümmî adam, Risale-i Nur’u mükemmel yazmaya muvaffak olmaları harika bir keramet-i Risalet-ün Nur olduğuna kanaatımız geldi.
Risale-i Nur
şakirtlerinden Hüsrev
{Ziyadat-ı Kastamoniye, s: 2.}
Üçüncü Fıkra: Elaziz’dan gelen Albay Hulusi Bey’in acib mektubu:
“Aziz Üstâdım!
Ondokuzuncu Mektub’u bir mecliste ve bir cuma gecesi okumak niyetiyle üzerime almıştım. şiddetli yağmurlu bir geceydi. O mecliste okumak üzere elimi cebime koydum. O mübarek eser yerinde olmadığını hayretle gördüm. Eseri koyduğum ceb yırtık ve delik olmadığı gibi, ben de başka hiç bir yerde durmadığıma göre bu hale hayret etmemek kabil mi?..
O geceyi uykusuz geçirdim. Müteessir oldum. Hazret-i Gavs’dan mübarek eseri istedim. Lillahilhamd ertesi günü bu eseri dinlemekle namaza başlamış olan bir muallim vasıtasıyla bulundu.
şakır şakır yağmur altında çamur içinde bu mübarek eser bulunsa bile, artık okunamıyacak derecede olacağını tahmin edersiniz değil mi? şayan-ı hayret ve cây-i dikkat ve medar-ı ibrettir ki, en ufak bir leke bile olmamıştır. Hafız-ı hakiki o mübarek eseri, ona manen ve cidden bağlı olanlar gibi muhafaza buyurmuş. Hafiz ve âlîm ve hakîm isimlerinin zâhir bir tecellisi böylece lemaen etmiş oldu. Hulusî”
{Aynı eser, s: 3.}
Merhum Albay, Hacı Hulusi Bey’in gönderdiği benzeri mektupları üzerine, Hazret-i Üstâd’ın Kastamonu’dan kendisine yazdığı bir mektubun bu makama ilhakı münasib görüldü:
“Aziz Sıddık Muhlis kardeşim ve ıman hizmetinde sebatkâr arkadaşım!
Mübareklerin yazdıkları gibi, dört köyde dört ay zarfında, elif-bayı okuyamıyan kırk elli ümmî adam, Risale-i Nur’u mükemmel yazmaya muvaffak olmaları harika bir keramet-i Risalet-ün Nur olduğuna kanaatımız geldi.
Risale-i Nur
şakirtlerinden Hüsrev
{Ziyadat-ı Kastamoniye, s: 2.}
Üçüncü Fıkra: Elaziz’dan gelen Albay Hulusi Bey’in acib mektubu:
“Aziz Üstâdım!
Ondokuzuncu Mektub’u bir mecliste ve bir cuma gecesi okumak niyetiyle üzerime almıştım. şiddetli yağmurlu bir geceydi. O mecliste okumak üzere elimi cebime koydum. O mübarek eser yerinde olmadığını hayretle gördüm. Eseri koyduğum ceb yırtık ve delik olmadığı gibi, ben de başka hiç bir yerde durmadığıma göre bu hale hayret etmemek kabil mi?..
O geceyi uykusuz geçirdim. Müteessir oldum. Hazret-i Gavs’dan mübarek eseri istedim. Lillahilhamd ertesi günü bu eseri dinlemekle namaza başlamış olan bir muallim vasıtasıyla bulundu.
şakır şakır yağmur altında çamur içinde bu mübarek eser bulunsa bile, artık okunamıyacak derecede olacağını tahmin edersiniz değil mi? şayan-ı hayret ve cây-i dikkat ve medar-ı ibrettir ki, en ufak bir leke bile olmamıştır. Hafız-ı hakiki o mübarek eseri, ona manen ve cidden bağlı olanlar gibi muhafaza buyurmuş. Hafiz ve âlîm ve hakîm isimlerinin zâhir bir tecellisi böylece lemaen etmiş oldu. Hulusî”
{Aynı eser, s: 3.}
Merhum Albay, Hacı Hulusi Bey’in gönderdiği benzeri mektupları üzerine, Hazret-i Üstâd’ın Kastamonu’dan kendisine yazdığı bir mektubun bu makama ilhakı münasib görüldü:
“Aziz Sıddık Muhlis kardeşim ve ıman hizmetinde sebatkâr arkadaşım!
Yükleniyor...