olanların türlü türlü belâlara uğramaları hikmet-i ilâhiye iktizasından olmasıyla; O zümre-i mübareke gibi, Üstâdımız dahi nice nice belâlara hedef olmuştur. Hatta Kastamonu’ya ilk teşrif ettikleri zaman, çocuklara bedbaht bir şakî tarafından teşvik edilip, abdest almak için çeşmeye çıktıkları vakit taş attırmışlar. Fakat Üstâdımız daima gördüğü eza ve cefalara ulul-azmane sabır ve tahammül eder. Hem safay-i sadre ve selâmet-i kalbe malik olduklarından, o çocuklara dahi hiddet etmeyip, buyururlardı ki: “Bunlar sûre-i Yasin den mühim bir ayetin nüktesini keşfıme sebep oldular” diye onlara dua ederlerdi. Sonra bu çocuklar, Üstâdımızın duası berekâtıyla şayan-ı hayret bir hal kesbettiler ki; Üstâdımızı uzak-yakın nerede görseler, koşarak yanına gelirler, mübarek elini öperler, duasını alırlardı.
Hem Üstâd’ımızın harika haleti ve şâyân-ı hayret garaib-i ahvali başta Risale-i Nur olarak pek çoktur. Evet biz i’tiraf ediyoruz ki; Üstâdımız bizim hatırat-ı kalbimizi bizden ziyade okur, çok defa bizi haberimiz olmadan bir meseleden şiddetle, telâşla ikaz ederler, bizi hayrette bırakırlardı. Sonra günler geçtikten sonra, aynen Üstâdımız’ın ikaz ettiği şeyle karşılaşır, aklımız başımıza gelirdi.
Bazen Üstâdımız’la dağa gittiğimiz zaman, daha dönmek zamanı gelmeden birden bire Üstâdımız kalkarlar, bize de emrederlerdi. Hikmetini sormak istediğimizde: “Acele gidelim, Risale-i Nur hizmeti için bizi bekliyorlar.” Hakikaten şehre avdetimizde, mutlaka mühim bir Risale-i Nur şâkirdi bizi beklemekte veya birkaç defa gelmiş gitmiş diye komşular haber verirlerdi.
Yine bir gün Mevlânâ Halid Hazretlerinin küçük Âşık namında bir talebesinin neslinden gelen mübarek bir hanım (Asiye Hanım) yanında çok senelerden beri muhafaza ettiği Mevlânâ Hazretlerinin cübbesini Ramazan-ı şerifte teberrüken Üstâd’ın yanında kalsın diye Feyzî ile gönderir. Üstâdımız hemen Emin kardeşimize, yıkamak için emrederek Cenab-ı Hakk’a şükretmeye başlar. Feyzi’nin hatırına gelir ki: “Bu Hanım benim ile yirmi gün için gönderdi. İsad’ım neden sahib çıkıyor?” Hayretler içinde kalır. Sonra o hanımı görür, Feyziye der ki; “Üstâd’ın hediyeleri kabul etmediğinden bu suretle belki kabul eder diye öyle söylemiştim. Fakat emanet onundur. Canımız dahi feda olsun” der. O kardeşimizi de hayretten kurtarır.
Evet, mübarek Üstâdımız, o cübbeyi Mevlânâ Halid den sonra. Vazife-i tecdid-i dinin kendilerine intikaline zahir bir alâmet
{Az yukanda Mevlânâ Halid’in cübbesi bahsinde, zuhûr etmiş pek acib tevafuklar da bu hakikata kat’i işaret etmektedirler. A.B.}
telâkki ederek,bilâ tereddüt sahip çıkmış olmalıdırlar. Hem öyle olmak lâzım... Çünkü: Hadis-i sahihde
Hem Üstâd’ımızın harika haleti ve şâyân-ı hayret garaib-i ahvali başta Risale-i Nur olarak pek çoktur. Evet biz i’tiraf ediyoruz ki; Üstâdımız bizim hatırat-ı kalbimizi bizden ziyade okur, çok defa bizi haberimiz olmadan bir meseleden şiddetle, telâşla ikaz ederler, bizi hayrette bırakırlardı. Sonra günler geçtikten sonra, aynen Üstâdımız’ın ikaz ettiği şeyle karşılaşır, aklımız başımıza gelirdi.
Bazen Üstâdımız’la dağa gittiğimiz zaman, daha dönmek zamanı gelmeden birden bire Üstâdımız kalkarlar, bize de emrederlerdi. Hikmetini sormak istediğimizde: “Acele gidelim, Risale-i Nur hizmeti için bizi bekliyorlar.” Hakikaten şehre avdetimizde, mutlaka mühim bir Risale-i Nur şâkirdi bizi beklemekte veya birkaç defa gelmiş gitmiş diye komşular haber verirlerdi.
Yine bir gün Mevlânâ Halid Hazretlerinin küçük Âşık namında bir talebesinin neslinden gelen mübarek bir hanım (Asiye Hanım) yanında çok senelerden beri muhafaza ettiği Mevlânâ Hazretlerinin cübbesini Ramazan-ı şerifte teberrüken Üstâd’ın yanında kalsın diye Feyzî ile gönderir. Üstâdımız hemen Emin kardeşimize, yıkamak için emrederek Cenab-ı Hakk’a şükretmeye başlar. Feyzi’nin hatırına gelir ki: “Bu Hanım benim ile yirmi gün için gönderdi. İsad’ım neden sahib çıkıyor?” Hayretler içinde kalır. Sonra o hanımı görür, Feyziye der ki; “Üstâd’ın hediyeleri kabul etmediğinden bu suretle belki kabul eder diye öyle söylemiştim. Fakat emanet onundur. Canımız dahi feda olsun” der. O kardeşimizi de hayretten kurtarır.
Evet, mübarek Üstâdımız, o cübbeyi Mevlânâ Halid den sonra. Vazife-i tecdid-i dinin kendilerine intikaline zahir bir alâmet
{Az yukanda Mevlânâ Halid’in cübbesi bahsinde, zuhûr etmiş pek acib tevafuklar da bu hakikata kat’i işaret etmektedirler. A.B.}
telâkki ederek,bilâ tereddüt sahip çıkmış olmalıdırlar. Hem öyle olmak lâzım... Çünkü: Hadis-i sahihde
Yükleniyor...