hizasına gelmişti.ınce gözlüğünün üzerinden bize bakarak: “Safa geldiniz” dedi. Arkadaşımdan beni sordu. O da “Benim mekteb arkadaşımdır” diye beni tanıttı. ısmimi sordu. çok iltifat etti. Bize İslamiyet’ten, imanın güzelliğinden, ölümden, ahiretten bahsetti. Biraz oturduk ve sonra ayrıldık.
ACABA ARAPÇA BıLıYOR MU?
Yine bir gün ziyaretimde, Üstâd’ı çok engin ve mütevazi gördüm. Onun bu tevazuundan bana, sanki bir şey bilmiyor gibi gelmişti. Çünki hep seviyemize inerek bizim bildiğimiz şeylerden anlatıyordu. Hatta bir gün Mehmed Feyzi Efendi’ye: Acaba Hoca Efendi Arapça biliyor mu?” diye sormuştum. Tabii Feyzi Efendi benim bu sualime gülmüştü.
Üstâd’ın tevazuu, mahviyeti, alçak gönüllü oluşu, sevgi ve alâkası bizi kendisine bağlamıştı. Zaman zaman diğer bazı arkadaşları da alıp ona götürürdüm. Çeşitli suallerimize gayet güzel cevapler verirdi. Mektepte bir kısım muallimlerden edindiğim din aleyhindeki menfi fikirler, ancak Üstâd’ın yanına gidince zâil olurdu. İmit ve şevkle ayrılırdık yanından...
MuallimlerimizAllah’tan Bahsetmiyorlar
Yine bir ziyaretimde, O’na şöyle bir sual sormuş ve talepte bulunmuştum: “Muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar. Bize halıkımızı tanıttır.”
Üstâd bu mevzu’da uzun uzun izahlarda bulundu. Bu sualimizin cevabı ne zaman kaleme alınıp yazıldığını iyice hatırlamıyorum. Yanına gittiğimde Ayet-ül Kübra’dan, Küçük Sözlerden Mehmed Feyzi Pamukçu okur, biz de defterlerimize yeni yazı ile
{Abdullah Ağabey başta olmak üzere, Kastamonu’da masum gençlerin Risale-i Nur’a ve Üstâd’a karşı samimî teveccüh ve incizabları neticesinde, ilk başta “Tenbih-ül Gaflin” olarak bir araya cem’ edilen Gençlik Rehberi esasının parçaları yazılmasına sebebiyet verdikleri gibi; yeni yazıyla Risalelerin yazılmssına ve Üstâd’ın buna izin vemesine de sebep olmuşlardı. A.B.}
yazardık. Ekseriyetle kâtipliğini Mehmed Feyzi Efendi yapardı.
Kastamonu civarında “Karadağ ve Hacı ıbrahim Dağı” denilen yerlere bazen pazar ve tatil günlerinde müteaddit defalar Üstâd’la birlikte giderdik. İç dört kişi kırda Ayet-el Kübra’dan ve Sözler’den okurduk. Bazen Üstâd iki risaleyi
ACABA ARAPÇA BıLıYOR MU?
Yine bir gün ziyaretimde, Üstâd’ı çok engin ve mütevazi gördüm. Onun bu tevazuundan bana, sanki bir şey bilmiyor gibi gelmişti. Çünki hep seviyemize inerek bizim bildiğimiz şeylerden anlatıyordu. Hatta bir gün Mehmed Feyzi Efendi’ye: Acaba Hoca Efendi Arapça biliyor mu?” diye sormuştum. Tabii Feyzi Efendi benim bu sualime gülmüştü.
Üstâd’ın tevazuu, mahviyeti, alçak gönüllü oluşu, sevgi ve alâkası bizi kendisine bağlamıştı. Zaman zaman diğer bazı arkadaşları da alıp ona götürürdüm. Çeşitli suallerimize gayet güzel cevapler verirdi. Mektepte bir kısım muallimlerden edindiğim din aleyhindeki menfi fikirler, ancak Üstâd’ın yanına gidince zâil olurdu. İmit ve şevkle ayrılırdık yanından...
MuallimlerimizAllah’tan Bahsetmiyorlar
Yine bir ziyaretimde, O’na şöyle bir sual sormuş ve talepte bulunmuştum: “Muallimlerimiz Allah’tan bahsetmiyorlar. Bize halıkımızı tanıttır.”
Üstâd bu mevzu’da uzun uzun izahlarda bulundu. Bu sualimizin cevabı ne zaman kaleme alınıp yazıldığını iyice hatırlamıyorum. Yanına gittiğimde Ayet-ül Kübra’dan, Küçük Sözlerden Mehmed Feyzi Pamukçu okur, biz de defterlerimize yeni yazı ile
{Abdullah Ağabey başta olmak üzere, Kastamonu’da masum gençlerin Risale-i Nur’a ve Üstâd’a karşı samimî teveccüh ve incizabları neticesinde, ilk başta “Tenbih-ül Gaflin” olarak bir araya cem’ edilen Gençlik Rehberi esasının parçaları yazılmasına sebebiyet verdikleri gibi; yeni yazıyla Risalelerin yazılmssına ve Üstâd’ın buna izin vemesine de sebep olmuşlardı. A.B.}
yazardık. Ekseriyetle kâtipliğini Mehmed Feyzi Efendi yapardı.
Kastamonu civarında “Karadağ ve Hacı ıbrahim Dağı” denilen yerlere bazen pazar ve tatil günlerinde müteaddit defalar Üstâd’la birlikte giderdik. İç dört kişi kırda Ayet-el Kübra’dan ve Sözler’den okurduk. Bazen Üstâd iki risaleyi
Yükleniyor...