Her tarafı didik didik aradılar. Fakat hiç bir şey bulamadan zabıt tutup çıktılar.
Bilâhare Üstâd bu fare hadisesini ve arama meselesini bizzat kaleme aldı. Biz de Feyzi Efendiyle birlikte o mektubu imzaladık.
Üstâd Dağda Ne Yapardı?
Üstâd her ne zaman dağa teneffüs için çıksa, peşine polisler veya bekçiler düşerdi. Halbuki Hazret-i Üstâd dağ’da oturur ibadet eder, tefekkür eder veya eserlerini yazar ve tashih ederdi.
Üstâd’ın Acib İbâdeti
Üstâd’ın çok garib ve hayret verici ibadet şeklinin sadece bir misalini vermek istiyorum. Ben hemen her sabah erkenden Üstâdımızın evine gider sobasını yakar, ihtiyaçlarını görürdüm. Üstâd bana sıkı tenbih etmişti ki, Hiç bir zaman fecirden evvel gelme!” diye...
Bir gün her nasılsa, ayın aydınlığına aldanarak sabah olmuş zannıyla erken gitmişim. Çok soğuk bir gündü. ıçeri girdim, Üstâd seccadesinin başına oturmuş ibadet ediyordu. Gözleri yumuk, rengi sapsarı kesilmiş, mum ışığında seherin soğugunda hazin hazin münacaat edip, yalvarıp yakarıyordu. Ben bu haline hiç rastlamadığım için, haşyet ve dehşet içinde adeta ayakta dikili kalarak seyretmeye koyulmuşum. Tâm bir buçuk saat kadar beklemiş durmuşum.
Ben o halde beklemekte iken bir ara Hazret-i Üstâd: “Kanbur!
{ Bu kanbur meselesini, ben bizzat 1962’de Van’da Çaycı Emin Ağabey’den duymuştum ki; seher vaktinde vuku’ bulduğunu söylemişti. Fâkat N. Şahiner, o hadisenin bir ikindi namazından sonra vuku’ buldugunu Çaycı Emin Ağabeyin hatıratından nakletmektedir. Gerçi seher vakti veya ikindi vakti mühim değildir. Asıl olan o hadisenin o şekilde vukuudur. A.B.}
nasıl sözüme geldin mi?” diye bir söz konuştu. Ben daha çok hayret ettim, bekledim, ta ezan sesleri- Tabii zamanın Tânrı uludur maskaralı ezan sesleri- gelmeye başladı. Üstâd, o haşyet verici tazarru’kâr durumundan çıktı ve bana dönerek: “Kardeşim ben sana tenbih etmemiş miydim ki, şafaktan evvel gelme. Niçin geldin?” dedi.
Ben, efendim ay ışığı beni yanılttı. Kasden gelmemişim deyip özür diledim. Bir daha böyle bir şey yapmayacağımı söyledim.
Sonra sabah namazını beraber kıldık. Namazdan sonra dedi:
Bilâhare Üstâd bu fare hadisesini ve arama meselesini bizzat kaleme aldı. Biz de Feyzi Efendiyle birlikte o mektubu imzaladık.
Üstâd Dağda Ne Yapardı?
Üstâd her ne zaman dağa teneffüs için çıksa, peşine polisler veya bekçiler düşerdi. Halbuki Hazret-i Üstâd dağ’da oturur ibadet eder, tefekkür eder veya eserlerini yazar ve tashih ederdi.
Üstâd’ın Acib İbâdeti
Üstâd’ın çok garib ve hayret verici ibadet şeklinin sadece bir misalini vermek istiyorum. Ben hemen her sabah erkenden Üstâdımızın evine gider sobasını yakar, ihtiyaçlarını görürdüm. Üstâd bana sıkı tenbih etmişti ki, Hiç bir zaman fecirden evvel gelme!” diye...
Bir gün her nasılsa, ayın aydınlığına aldanarak sabah olmuş zannıyla erken gitmişim. Çok soğuk bir gündü. ıçeri girdim, Üstâd seccadesinin başına oturmuş ibadet ediyordu. Gözleri yumuk, rengi sapsarı kesilmiş, mum ışığında seherin soğugunda hazin hazin münacaat edip, yalvarıp yakarıyordu. Ben bu haline hiç rastlamadığım için, haşyet ve dehşet içinde adeta ayakta dikili kalarak seyretmeye koyulmuşum. Tâm bir buçuk saat kadar beklemiş durmuşum.
Ben o halde beklemekte iken bir ara Hazret-i Üstâd: “Kanbur!
{ Bu kanbur meselesini, ben bizzat 1962’de Van’da Çaycı Emin Ağabey’den duymuştum ki; seher vaktinde vuku’ bulduğunu söylemişti. Fâkat N. Şahiner, o hadisenin bir ikindi namazından sonra vuku’ buldugunu Çaycı Emin Ağabeyin hatıratından nakletmektedir. Gerçi seher vakti veya ikindi vakti mühim değildir. Asıl olan o hadisenin o şekilde vukuudur. A.B.}
nasıl sözüme geldin mi?” diye bir söz konuştu. Ben daha çok hayret ettim, bekledim, ta ezan sesleri- Tabii zamanın Tânrı uludur maskaralı ezan sesleri- gelmeye başladı. Üstâd, o haşyet verici tazarru’kâr durumundan çıktı ve bana dönerek: “Kardeşim ben sana tenbih etmemiş miydim ki, şafaktan evvel gelme. Niçin geldin?” dedi.
Ben, efendim ay ışığı beni yanılttı. Kasden gelmemişim deyip özür diledim. Bir daha böyle bir şey yapmayacağımı söyledim.
Sonra sabah namazını beraber kıldık. Namazdan sonra dedi:
Yükleniyor...