Birincisi: Askerlikte emre mutlaka itaat...
İkincisi: Göre göre bildiğim, olacak olan zulümlerden kaçmak, o ortamda isti’fa etmek, belki başka manalar verilmek endişesi...
Bu me’yusane hüzünlü halet-i ruhiyemi Üstâd’a da bildiremiyordum. Kâğıda bunları nasıl yazıp da derdimi dökebilirdim. Fakat Hazret-i Üstâd, benim bu hüzünlü ye’is ve kederimi hissetmiş olacak ki; hazırlığımızı tamamlayıp, sabahleyin merhum babamla vedalaştım ve atıma bindim, kıt’anın başına gidiyordum. O günü isyan yerine hareket edecektik.
Bir baktım, bizim hizmet eri arkamdan kşup geliyor. Elime bir mektup verdi, açtım gördüm ki; Hazret-i Üstâd Kastamonu’dan İrgüp mütüsü olan kardeşi Abdülmecid vasıtasıyla bana gönderiyor.
{Mektup, Kastamonu’da yazılıp Isparta’ya gönderilmiş. Buradan da İrgüp müftüsü Abdülmecid Efendi’ye yollanmış. Buradan da Hulusi Bey’e gönderilmiştir. Bu durumdu en azından mezkûr mektup, bu hadiseden bir ay önce yazılmış olmalıdır. O ise Hacı Hulusi Bey’in maruz kaldığı durum ancak bir haftalık bir meseledir. Bu hale göre Hazret-i Üstâd hadiseyi vuku’ ve zuhurundan çok önce hissetmiş görünmektedir. A.B.}
Benimle şöyle konuşuyor:
“Salisen: Hulusinin bir gailesi var diye hissediyorum. Merak etmesin. Risale-i Nur şâkirdlerine ınayet ve Rahmet nezaret ederler. Dünyanın meşakkatleri madem sevab verir, geçerler. O musibetlere karşı sabır içinde şükür ile, metanetle mukabele edilmek gerektir. Hem o, hem sizler bütün dualarımda ve kazançlarımda benimle berabersiniz...”
{Osmanlıca Kastakonu-1, s: 17.}
Hazret-i Üstâd’ın bu kerametkârane acib mektubu, hem Hulusî beyin ınayet ve Rahmet nezareti altında himaye edileceğini bildirmesi içinde, haksız yere zulmen musibete uğrayan masumlarında
{ Malatyalı emekli Yüzbaşı şevki Bey’den bizzat dinlemiş olduğum, o da yakın bir subay arkadaşından duymuş olduğu çok acib ve canavarca bir hadiseyi şöyle anlatmıştı:
“Dersim isyanında isyan eden bazı insanlarla askerler harb ederken, isyancılar yavaş yavaş çekilip dağın zirvesine doğru gitmişler. Bizim askerler onlara ulaşamıyor ve bir şey yapamıyorlardı. Bu defa herhalde gelen emirler mucibince, Hulusi Bey’e de verilen emir gibi, geri dönüp ma’sum çoluk çocuk, ihtiyar demeden katletmeye başlamışlar. Hatta hınçlarını alamıyarak bazı taburların topladıkları çocuk-çocuk, kadın ihtiyar, bîgünah masumları büyük avlulu surlu bir evin içine doldurmuşlar.. Ve birçok teneke gazyağı döküp bunları ateşe vermişlerdir. Bu ateş içinde yükselen feryatlar ve çığlıklar ortasından, bir kadın kucağındaki bebeğini ateşte yanmaması için surun üstünden dışarıya fırlatmış. Fakat bir yüzbaşı o bebeği süngülüyerek, süngü ile tekrar surun üstünden ateşin ortasına atmıştı. Gözümle gördüm” dedi. Nitekim 1951’de Büyük Doğu Mecmuası da hadiseyi aynı şekilde yazdı.B.}
akibet ve neticelerini bildirmektir.
Hulusi bey diyor: Mektub bana büyük bir teselli verdi, nefes aldım. ısyan bölgesine vardık. Çok uzak mesafelerden birbirimize tek-tük birkaç mermi attıksa da, hiç kimseye birşey olmadı. Kimsenin burnu kanamadı. Döndük dolaştık, kimseyi bulamadık. Bölgeyi terk etmiş, mağaralara çekilmişlerdi. Rahmet-ı ılahiye yardımımıza yetişti. Elimizi kirletmeden ve kana bulaştırmadan kurtardı ve muhafaza etti.”
Merhum emekli Albay Hacı Hulusi bey, bu vakıayı birçok defa anlatmışlardı. Bizde bizzat dinlemiştik. Ayrıca da N. Şahiner, Hulusi Bey hatıratı içinde Son şahitler-1 kitabında da kaydetmiştir.
İkincisi: Göre göre bildiğim, olacak olan zulümlerden kaçmak, o ortamda isti’fa etmek, belki başka manalar verilmek endişesi...
Bu me’yusane hüzünlü halet-i ruhiyemi Üstâd’a da bildiremiyordum. Kâğıda bunları nasıl yazıp da derdimi dökebilirdim. Fakat Hazret-i Üstâd, benim bu hüzünlü ye’is ve kederimi hissetmiş olacak ki; hazırlığımızı tamamlayıp, sabahleyin merhum babamla vedalaştım ve atıma bindim, kıt’anın başına gidiyordum. O günü isyan yerine hareket edecektik.
Bir baktım, bizim hizmet eri arkamdan kşup geliyor. Elime bir mektup verdi, açtım gördüm ki; Hazret-i Üstâd Kastamonu’dan İrgüp mütüsü olan kardeşi Abdülmecid vasıtasıyla bana gönderiyor.
{Mektup, Kastamonu’da yazılıp Isparta’ya gönderilmiş. Buradan da İrgüp müftüsü Abdülmecid Efendi’ye yollanmış. Buradan da Hulusi Bey’e gönderilmiştir. Bu durumdu en azından mezkûr mektup, bu hadiseden bir ay önce yazılmış olmalıdır. O ise Hacı Hulusi Bey’in maruz kaldığı durum ancak bir haftalık bir meseledir. Bu hale göre Hazret-i Üstâd hadiseyi vuku’ ve zuhurundan çok önce hissetmiş görünmektedir. A.B.}
Benimle şöyle konuşuyor:
“Salisen: Hulusinin bir gailesi var diye hissediyorum. Merak etmesin. Risale-i Nur şâkirdlerine ınayet ve Rahmet nezaret ederler. Dünyanın meşakkatleri madem sevab verir, geçerler. O musibetlere karşı sabır içinde şükür ile, metanetle mukabele edilmek gerektir. Hem o, hem sizler bütün dualarımda ve kazançlarımda benimle berabersiniz...”
{Osmanlıca Kastakonu-1, s: 17.}
Hazret-i Üstâd’ın bu kerametkârane acib mektubu, hem Hulusî beyin ınayet ve Rahmet nezareti altında himaye edileceğini bildirmesi içinde, haksız yere zulmen musibete uğrayan masumlarında
{ Malatyalı emekli Yüzbaşı şevki Bey’den bizzat dinlemiş olduğum, o da yakın bir subay arkadaşından duymuş olduğu çok acib ve canavarca bir hadiseyi şöyle anlatmıştı:
“Dersim isyanında isyan eden bazı insanlarla askerler harb ederken, isyancılar yavaş yavaş çekilip dağın zirvesine doğru gitmişler. Bizim askerler onlara ulaşamıyor ve bir şey yapamıyorlardı. Bu defa herhalde gelen emirler mucibince, Hulusi Bey’e de verilen emir gibi, geri dönüp ma’sum çoluk çocuk, ihtiyar demeden katletmeye başlamışlar. Hatta hınçlarını alamıyarak bazı taburların topladıkları çocuk-çocuk, kadın ihtiyar, bîgünah masumları büyük avlulu surlu bir evin içine doldurmuşlar.. Ve birçok teneke gazyağı döküp bunları ateşe vermişlerdir. Bu ateş içinde yükselen feryatlar ve çığlıklar ortasından, bir kadın kucağındaki bebeğini ateşte yanmaması için surun üstünden dışarıya fırlatmış. Fakat bir yüzbaşı o bebeği süngülüyerek, süngü ile tekrar surun üstünden ateşin ortasına atmıştı. Gözümle gördüm” dedi. Nitekim 1951’de Büyük Doğu Mecmuası da hadiseyi aynı şekilde yazdı.B.}
akibet ve neticelerini bildirmektir.
Hulusi bey diyor: Mektub bana büyük bir teselli verdi, nefes aldım. ısyan bölgesine vardık. Çok uzak mesafelerden birbirimize tek-tük birkaç mermi attıksa da, hiç kimseye birşey olmadı. Kimsenin burnu kanamadı. Döndük dolaştık, kimseyi bulamadık. Bölgeyi terk etmiş, mağaralara çekilmişlerdi. Rahmet-ı ılahiye yardımımıza yetişti. Elimizi kirletmeden ve kana bulaştırmadan kurtardı ve muhafaza etti.”
Merhum emekli Albay Hacı Hulusi bey, bu vakıayı birçok defa anlatmışlardı. Bizde bizzat dinlemiştik. Ayrıca da N. Şahiner, Hulusi Bey hatıratı içinde Son şahitler-1 kitabında da kaydetmiştir.
Yükleniyor...