Aziz Sıddık Kardeşlerim!
Ramazan-ı şerifinizi bütün ruh-u canımızla tebrik ediyoruz.. Ve bu Ramazan-ı Mübarekin birinci gecesinde ve iki gün evvel bize karşı gâyet ağır zehirli bir hastalık müsibetiyle beraber gayet ağır bir taarruza hedef olduk. Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki, o dehşetli iki musibeti gayet kolaylıkla defedip beşaret-i gavsiyeye yeni bir masadak oldu. şöyle ki:
Benim keşfiyatımla ve geçen seneki hastalığımda imdada gelen ve Risale-i Nur’a talebe olan Said nâmında mübarek doktorun tasdikiyle ve ihbari ile, müthiş bir zehirlenmek neticesinde hararet kırk dereceden geçerken, benim ile ölüm mabeyninde yarım derece kalmıştı. Hiç ömrümde böyle dehşetli hal başımdan geçmediği bir zamanda, inayet-i ilâhiye imdada yetişti.O gecenin sabahında (Yani19.9.1943’de)
{Fakat diğer kuvvetli bir ihtimal ile, ilk baskın 18/9/1943’de olduğu.. Ve o günü Hazret-i Üstâdı muvakkaten serbest bıraktıkları iki üç gün içinde, bu iki son mektubu yazmış ve Isparta’ya gönderebilmiş olabilir. A.B.}
harareti otuz altı dereceye indirdi. Onda dokuz tehlikeyi bertaraf etti.
Taarruz ise, o hastalık zamanındaki doktorların tavsiyesiyle konuşmamak lâzım gelirken, hem ferah verecek şeylere hastalık itibariyle ihtiyaç varken; birden en sıkıntılı bir tarzda ve en elim bir surette hücreme iki müddei umumî ve bir me’mur-u adliye ile, iki taharri komiseri izinsiz girdiler. Niyetleri de taharrî ve Beşinci şua’ı bahane edip kitapları taharrî ve müsadere etmek fikriyle geldikleri zamandan üç saat evvel, Hüsrev kalemiyle yazıldığı Mücizat-ı Ahmediye İstanbul’da bir seneden beri parlak fütûhat yaparak elimize geçti. Masa üzerinde parlıyordu. ışaret-ül ı’caz ve kerametli Yirmidokuzuncu Söz’de aynı vakitte Tosya’dan gelip masa üzerinde nazar-ı dikkati celbeder bir tarzda; o düşmanlık niyetiyle gelen taharri ve müsadere me’murların nazar-ı dikkatini celbettikleri zamanda, yine inayet-i ilahiye imdada yetişti. Bidayeten yarım saat kadar onların düşmanlık vaziyetini bildirmeden, hastalık münasebetiyle ziyarete geldiklerini zannederek, onları Risale-i Nur’a talebe yapmak tarzında derse başladım. Yarım saat sonra bildim ki, dost değiller. Fakat bu kuvvetli ders vasıtasıyla düşman kalmayıp dost oldular. Hatta ifademi almaya ve yahut da bu ne kitaplardır, sormaya cesaret edemediler. Bu ağır taarruz, o ağır zehirlendirmek gibi gayet hafif geçti.
Bu hadiseye de bir bahane olarak: KürtAtıf
{Hazret-i Üstâd Bediüzzaman’a hayatı boyunca, bu ayrıcalık ve bölücülüğün provasını ifade eden manayı hep takmak istediler. Bu yüzden bazen Türk asıllı olan talebelerine de böyle Kürtlük isnad ettiler. Amma başaramadılar... Hakiki Müslüman Türk olan talebeleri daha çok Bediüzzaman olan Üstâdlarına bağlandılar, canlannı o yolda feda ettiler. A.B.}
nâmında bir şâkirdin varmış, rejim aleyhinde Beşinci şua’ı neşrediyor” diye adliyeye şifre
Ramazan-ı şerifinizi bütün ruh-u canımızla tebrik ediyoruz.. Ve bu Ramazan-ı Mübarekin birinci gecesinde ve iki gün evvel bize karşı gâyet ağır zehirli bir hastalık müsibetiyle beraber gayet ağır bir taarruza hedef olduk. Cenab-ı Hakk’a hadsiz şükür olsun ki, o dehşetli iki musibeti gayet kolaylıkla defedip beşaret-i gavsiyeye yeni bir masadak oldu. şöyle ki:
Benim keşfiyatımla ve geçen seneki hastalığımda imdada gelen ve Risale-i Nur’a talebe olan Said nâmında mübarek doktorun tasdikiyle ve ihbari ile, müthiş bir zehirlenmek neticesinde hararet kırk dereceden geçerken, benim ile ölüm mabeyninde yarım derece kalmıştı. Hiç ömrümde böyle dehşetli hal başımdan geçmediği bir zamanda, inayet-i ilâhiye imdada yetişti.O gecenin sabahında (Yani19.9.1943’de)
{Fakat diğer kuvvetli bir ihtimal ile, ilk baskın 18/9/1943’de olduğu.. Ve o günü Hazret-i Üstâdı muvakkaten serbest bıraktıkları iki üç gün içinde, bu iki son mektubu yazmış ve Isparta’ya gönderebilmiş olabilir. A.B.}
harareti otuz altı dereceye indirdi. Onda dokuz tehlikeyi bertaraf etti.
Taarruz ise, o hastalık zamanındaki doktorların tavsiyesiyle konuşmamak lâzım gelirken, hem ferah verecek şeylere hastalık itibariyle ihtiyaç varken; birden en sıkıntılı bir tarzda ve en elim bir surette hücreme iki müddei umumî ve bir me’mur-u adliye ile, iki taharri komiseri izinsiz girdiler. Niyetleri de taharrî ve Beşinci şua’ı bahane edip kitapları taharrî ve müsadere etmek fikriyle geldikleri zamandan üç saat evvel, Hüsrev kalemiyle yazıldığı Mücizat-ı Ahmediye İstanbul’da bir seneden beri parlak fütûhat yaparak elimize geçti. Masa üzerinde parlıyordu. ışaret-ül ı’caz ve kerametli Yirmidokuzuncu Söz’de aynı vakitte Tosya’dan gelip masa üzerinde nazar-ı dikkati celbeder bir tarzda; o düşmanlık niyetiyle gelen taharri ve müsadere me’murların nazar-ı dikkatini celbettikleri zamanda, yine inayet-i ilahiye imdada yetişti. Bidayeten yarım saat kadar onların düşmanlık vaziyetini bildirmeden, hastalık münasebetiyle ziyarete geldiklerini zannederek, onları Risale-i Nur’a talebe yapmak tarzında derse başladım. Yarım saat sonra bildim ki, dost değiller. Fakat bu kuvvetli ders vasıtasıyla düşman kalmayıp dost oldular. Hatta ifademi almaya ve yahut da bu ne kitaplardır, sormaya cesaret edemediler. Bu ağır taarruz, o ağır zehirlendirmek gibi gayet hafif geçti.
Bu hadiseye de bir bahane olarak: KürtAtıf
{Hazret-i Üstâd Bediüzzaman’a hayatı boyunca, bu ayrıcalık ve bölücülüğün provasını ifade eden manayı hep takmak istediler. Bu yüzden bazen Türk asıllı olan talebelerine de böyle Kürtlük isnad ettiler. Amma başaramadılar... Hakiki Müslüman Türk olan talebeleri daha çok Bediüzzaman olan Üstâdlarına bağlandılar, canlannı o yolda feda ettiler. A.B.}
nâmında bir şâkirdin varmış, rejim aleyhinde Beşinci şua’ı neşrediyor” diye adliyeye şifre
Yükleniyor...