Çünkü bu zamanda enaniyet çok ileri gitmiş. Herkes kameti miktarınca bir buz parçası olan enaniyetini eritmeyip bozmuyor. Kendini ma’zur biliyor. Ondan niza’ çıkıyor. Ehl-i hak zarar eder. Ehl-i dalâlet istifade ediyor.

İstanbul’da malûm i’tiraz hadisesi ima ediyor ki; ıleride meşrebini çok beğenen ba’zı zatlar ve hodgam bazı sofimeşrebler, nefs-i emmaresini tam öldürmiyen ve hubb-u cah vartasından kurtulmiyan bazı ehl-i irşad ve ehl-i hak, Risale-i Nur’a ve şâkirtlerine karşı kendi meşreblerini ve mesleklerinin revacını ve etba’larının hüsn-ü teveccühlerini muhafaza niyetiyle i’tiraz edecekler. Belki dehşetli mukabele etmek ihtimali var. Böyle hadiselerin vukuunda bizlere itidal-i dem ve sarsılmamak ve adavete girmemek ve o muarız taifenin de rüesalarını çürütmemek gerekir.

Fâş etmek hatırıma gelmiyen bir sırrı faş etmeye mecbur oldum.. şöyle ki:

Risale-i Nur’un şahs-ı manevisi ve o şahs-ı maneviyi temsil eden hâs şâkirtlerinin şahs-ı manevisi, Ferid makamına

{Burada Hazret-i Üstâd yine kendi aziz ve şerif şahsiyetini setrediyor. Yoksa bu ifadedeki taksimin fitrî seyri, bir cümle daha icab ettirir, o da şöyle olması lazım: “Ve o hâs şakirtleri temsil eden Nurun tercümanının makamı” veya bu mealde bir cümle... A.B.}



mazhar oldukları için, değil hususî bir memleketin kutbu, belki ekseriyet-i mutlaka ile Hicaz’da bulunan kutb-u azamın tasarrufundan hariç olduğu Ve onun hükmü altına girmeye mecbur değil... Her zamanda bulunan iki imam

{Ehl-i hakikat ve tasavvufça kat’î olarak bilinen şu Kutb-u A’zam ile iki imam meselesi şöyle tesbit edilmiştir: “Yeryüzündeki -kendi zamanına göre- umum ehl-i velâyete baş ve reis olmak üzere bir Kutb-u Azam vardır. Bir de onun iki emirlerine tabi’dirler. Vezirleri makamında olan iki imam vardır. Birisi Kutb-u A’zamın sağında, biri de solunda bulunur. Sağdaki melekut âlemiyle, soldaki ise, mülk âlemiyle meşguldur... “diye kaydetmişlerdir. A.B. (Bkz. Ta’rifat-ı Seyyid şerif Cürcanî S: 23).}



gibi onu tanımaya mecbur olmuyor.

Ben eskide Risale-i Nur’un şahs-ı manevisini o imamlardan birisini zannediyordum. şimdi anlıyorum ki; Gavs-ı A’zamda kutbiyet ve ve Gavsiyetle beraber Ferdiyet dahi bulunduğundan; Ahir zamandaki şâkirtlerinin bağlandığı, Risale-i Nur o ferdiyet

{1962’de merhum Ahmed Nazif Çelebî bizzat Urfa’da bize nakletti ki: Ben Afyon hapsinde, Üstâdımız Bediüzzaman Hazretlerinden sordum; “Üstâdım, sizin makamınız mı, Gavs-i Geylanî’nin makamı mı daha ileridir?”

Üstâd Hazretleri bu sualim üzerine bir kaç dakika durup düşündü. Sonra buyurdu ki; “Ben eskide Risale-i Nur’un hizmetinde tezahür eden bütün harikaları onun silsile-i kerametinden biliyordum. Fakat şimdi anlıyorum ki, bütün onlar Risal-i Nurun şahs-i manevisinin silsile-i kerametindendirler... Ve eakiden ben ma’nen ondan ders alıyordum. şimdi ikimiz beraber diz dize aynı dersi alıyoruz.” A.B.}




makamının mazharıdır.

Yükleniyor...