olarak temas eden faydalı yönlerini ilmî ve mantıkî değerlendirmelerden geçirdikten sonra beyan etmişlerdir.

İşte bu iki acib ve garib ve zahirde tezat gibi görünen meselenin iki tarafinı karşılaştırdığımız da, hayret içinde kalmamak mümkün değildir. Amma her iki taraftaki netice ve gayeyi de idrak edebildiğimiz ve mukayesesini yapabildiğimiz zaman da, “Bin barekallah, Maşaallah bu irşad metoduna!” demekten kendimizi alamayacağımız da muhakkaktır.

Hazret-i Üstâd’ın bu acib, Üstâdane ve hakîmane irşad metodundaki en garib ve en acib tarafı şudur ki: Radyo dinlemez, gazeteleri okumaz ve okutmaz, ağızlarda dolaşan günlük havadisleri de merak edip dinlemez olduğu halde; yani, cereyan eden hadiselerin hakikî malümatları için hasbe-z-zahir tüm iletişim vasıtalarından tamamen uzak ve dışında iken; fakat müteveccih olup değerlendirmesini yaptığı zaman ise, ruhu ve yağı mesabesindeki gerçek neticelerini çekip çıkarırcasına, gayet ulvî bir üslubla beyan ve ifade etmesidir. Hadiselerin adım adım takipçisi olan en dahî diplomatların da gerçek neticesine varamıyacakları, belki çok gerisinde kaldıkları bir üslup ve usûlde dile getirmesidir.

Peki acaba bunları Üstâd Hazretleri nereden öğreniyor ve nasıl bilebiliyordu?..

İşte bu sualin cevabı madde âleminde yoktur diyebiliriz. Çünki, bir kere kendisi esir ve menfi idi. Karakol karşısında tarassud altında idi. Ayrıca radyo, gazete, günlük havadis vesaireyi dinlemekten ve işitmekten kat’iyen içtinab etmekteydi. Ve hâkeza, maddi sebeplerden tamamen uzak olduğu halde!..

şimdi bu söylediklerimizin, yani ahval-i âlem ve hadisatı altındaki kaderin hikmet ve esrarı noktasından, Hazret-i Üstâd’ın gayet rüsûh ile hakikatı ortaya koyan değerlendirmelerinin bir kaç örneğini vermek istiyoruz:

Ahval-i Âlem ve Bediüzzaman

İkinci Cihan Harbi’nin Patlayış Sebepleri ve Asıl Mahiyeti ve Kader Noktasındaki adalet ve Hikmetleri

“... Kardeşlerim, sizin hatırınız ve askerliğiniz endişesi için hadisat-ı zamana baktım. Kalbime böyle geldi:

Menfi esasata bina edilen ve Karun gibi deyip, ihsan-ı Rabbanî olduğunu bilmeyip şükretmiyen.. Ve maddiyun fikriyle şirke düşen..Ve seyyiatı hasenatına gâlib gelen şu medeniyet-i Avrupaiyye, öyle bir semavî tokat yedi ki: Yüz senelik terakkisinin mahsulünü yaktı, tahrib edip yangına verdi.. Ve ıngiliz, Fransız zulümleriyle; Avrupa’nın zalim hükümetleri

Yükleniyor...