Kastamonu şehri
Kastamonu vilayeti, aslında Anadolunun temiz-saf ve dindar halkı ile.. Ve yetiştirmiş olduğu büyûk Ulema ve evliyası ile beraber, oradan çıkan büyük devlet adamlarıyla meşhur ve mümtaz, şirin bir beldedir. Aynı zamanda güzel ve temiz havası, etrafındaki dağlık ve ormanlığıyla, güzel ve şirin yaylaları ve mesiregâhlarıyla tatlı ve güzel bir şehirdir. Hazret-i Üstâd da böylesi bir yeri sever ve arardı zaten...
Fakat ehl-i dünya, zaman zaman bu cennet gibi şirin beldeyi ona cehenneme çevirtici tarassud ve ta’cizleri, hatta vücudunu yok etmek için müteaddit defalar zehirler vermeleri eksik olmuyordu. Amma bütün bu ta’cizler, bu işkenceler, tazib ve tazyikler Hazret-i Bediüzzaman’ın azmini, iradesini ve gayretini kamçılıyor, daha çok imana ve Kur’ân’a hizmet ettiriyordu. Maneviyat sahasında da bu tazyiklerden dolayı daha çok mertebeler kat’edip yüksekliyordu.
Üstâd’ın Nüfus Kaydı Kastamonu’ya Getiriliyor
Ehl-i dünya, Hazret-i Üstâd’ı Kastamonu’ya getirdiklerinde, artık burada ölür, gider plânıyla; onun nüfûs kaydını bile, Ankara’nın emriyle Kastamonu’ya nakletmişlerdi. Artık Üstâd Kastamonu’lu idi. Üstâd’ın ismi, kanunlarla çıkarılan afların hiç birisinde yoktu. O, onlarca ebediyen nefye mahkûmdu. 1928, 1933’lerde çıkan umumi af kanunları ona isabetten uzak kalmıştı. Her defasında o müstesna tutuluyor, ona ayrı ve hususî muamele uygulanıyordu.
Diyelim ki; bu defa Eskişehir Mahkemesi onun hakkında yalnız bir sene Kastamonu’da bulunmasına karar verdi. Mahkemenin kararı olduğu için uygulandı da.. Peki bu hüküm ve kararın infazından sonra, neden ona diğer efrad-ı millet gibi “Artık serbestsiniz, hükmünüz bitmiştir, istediğiniz gibi yaşayabilir ve istediğiniz yere gidebilirsiniz” demiyorlardı. Bilâkis mahkeme kararının infazından hemen sonra, başka bir hüküm ve başka bir karar infaz safhasına giriyordu. Onun istek ve iradesinin dışında olarak, onu Kastamonu’ya daimi şekilde yerleştirmek üzere, keyfî bir tarzda onun
Yükleniyor...