şimdi bu iki mes’eledeki beyanatım, hükûmet-i cumhuriyenin kunununa muhalifdir diye 163. madde ile muahaze edildim.
Ben de, adliyenin en yüksek mahkemesine derim ki: Bin üçyüz elli senede ve her asırda üç yüz elli milyon insanın hayat-ı içtimaiyesinde en kudsî ve hakikî ve hakikatlı bir düstur-u ilahînin üçyüz elli bin tefsirlerin tasdiklerine ve aynen hükümlerine istinaden ve bütün ecdadımızın ruıhlarına hürmeten Kur’ân’ın i’cazını Avrupa mülhidlerine karşı göstermek için, iki nass-ı ayeti onbeş sene evvel ve on sene evvel ve dokuz sene evvel üç kitabımda zikretmekliğim, beni şimdiki şerait dahilinde ve ahval-ı sıhhiyem noktasında yaşıyamıyacağım bir me’yusiyetle bir mahpusiyete mahkûm edip; ve dolayısıyla bir cihette adeta idamıma hükmeden ve yüz onbeş risalemi bunun gibi beş mes’ele yüzünden mahkûm eden haksız bir kararı elbette ruy-i zeminde adalet varsa, bu kararı red ve bu hükmü nakzedecektir...”
{Osmanlıca Lem’alar, s: 834-844.}
İşte sadece bir iki nümunelik parçasını arzettiğimiz temyiz lâyihasından bu cüz’î pasajlar gibi, hep ilim ve mantık ile mücehhez olan lâyihanın, müsbet veya menfi bir cevabı henüz Ankara’dan
{O zaman Temyiz mahkemesi Eskişehirde bulunduğu halde ,”Ankaradan gelmişken” tabirini bilerek kullanmışım.Çünki herşey Ankaranın emriyle oluyordu.Bunun çok misalleri var. A.B.}
gelmemişken; yani temyiz mahkemesi Üstâd’ın gönderdiği temyiz lâyihası müdafaatı üzerinde henüz bir karara varmamışken; Hazret-i Üstâd, zamanın heyet-i vekilesine de (Bakanlar kurulu) bir arz-ı hal ve tashih-i karar için istid’a göndermiştir.
Medar-ı hayrettir ki, bakanlar kuruluna gönderilen arz-ı halin başındaki bu cümle: “Mahkeme-i temyiz, davamızı nakzedmeyip tasdiki takdirinde...” şeklinde yazması ile; temyiz mahkemesinin müstakil ve hürriyet içinde,
Yükleniyor...