“...Hem bin seneden beri çarşaf altında bulunan muhadderat-ı İslâmiye, şimdi de çarşaflarını muhafaza ediyorlar. Avrupa gibi ekseriyeti açık saçık olmadıklarını gösteriyorlar. Bu Risale, hükûmetin kanunlarıyla muaraza etmiyor
Hem “tesettür aleyhinde olanların yüzüne şamar vurmak” fıkrası ise, o zaman payitaht olan İstanbul’da bana haber verilen bir vukuat münasebetiyle, Abdullah Cevdet gibilerin yüzüne havaledir. Sonra bu hadiseye benzer yeni payitaht olan Ankara’da bir vakıa münasebetiyle, bu eski cevabı yeniden ve ileride çıkacak ref’-i tesettür kanununa temas edilmesi suretiyle bu hakikata ve gizli ve husuai kalmış cevab-ı ilmiyeye “Ahaliyi ifaad” namını vermek, ne kadar insaf ve adaletten uzak olduğu takdir için vicdanınıza havale ediyorum...“(66)
“...Acaba umum Avrupanın mal-ı müştereki olan medeniyet.. ve yalnız bu zamanın ilcaatına binaen hükûmet-i cumhuriyenin, o medeniyetin bir kısım kanunlarını kabul etmesiyle, o medeniyetin menfaatlı kısmına değil, belki kusurlu kısmına hakaik-ı Kur’âniye hesabına olarak müdafaat-ı ilmiyeye hangi suretle “Hükûmetin prensibine ve hükûmetin rejimine muhalif ve hükûmetin inkılâbı aleyhine hareket” namı veriliyor? Acaba, bu hükûmet-i cumhuriye Avrupa medeniyetinin kusurlu kısmının dava vekilliğine tenezzül eder mi..? Ve o kusurlu medeniyetin İslâmiyete muhalif kanunları, eski zamandan beri hükûmetin hedefi midir? Hükûmete muarız vaziyet almak nerede, bu kısım kusurlu medeniyet kanunlarına karşı hakaik-ı Kur’âniyeyi ilmî bir surette müdafaa etmek nerede?..
Kur’ân-ı Hakimin âyat-ı kat’iyesiyle, bin üç yüz seneden beri milyonlar tefsirlerinde ve halen kütübhanelerde dolu olan tefsirlerde gibi ayetlerin hakaik-i kudsiyetlerini Avrupa feylosoflarının itiraz ve tecavüzatına karşı otuz seneden beri ettiğim müdafaat-ı ilmiyemi, hükûmetin inkılâbına, prensibine ve rejimine muhalefet-i kasdî var diye, beni ittiham etmek, öyle bir zâhir garaz ve öyle bir esassız vehimdir ki, buradaki mahkeme-i adileye taalluk etmese idi, müdafaa ve cevab vermeyi lâyık görmezdim... ”
{Osmanlıca Lem’alar, s: 795.}
Madde-11:
M. Kema1 ve inkılâblarına karşı tahkir ve muaraza isnadı...
Hem “tesettür aleyhinde olanların yüzüne şamar vurmak” fıkrası ise, o zaman payitaht olan İstanbul’da bana haber verilen bir vukuat münasebetiyle, Abdullah Cevdet gibilerin yüzüne havaledir. Sonra bu hadiseye benzer yeni payitaht olan Ankara’da bir vakıa münasebetiyle, bu eski cevabı yeniden ve ileride çıkacak ref’-i tesettür kanununa temas edilmesi suretiyle bu hakikata ve gizli ve husuai kalmış cevab-ı ilmiyeye “Ahaliyi ifaad” namını vermek, ne kadar insaf ve adaletten uzak olduğu takdir için vicdanınıza havale ediyorum...“(66)
“...Acaba umum Avrupanın mal-ı müştereki olan medeniyet.. ve yalnız bu zamanın ilcaatına binaen hükûmet-i cumhuriyenin, o medeniyetin bir kısım kanunlarını kabul etmesiyle, o medeniyetin menfaatlı kısmına değil, belki kusurlu kısmına hakaik-ı Kur’âniye hesabına olarak müdafaat-ı ilmiyeye hangi suretle “Hükûmetin prensibine ve hükûmetin rejimine muhalif ve hükûmetin inkılâbı aleyhine hareket” namı veriliyor? Acaba, bu hükûmet-i cumhuriye Avrupa medeniyetinin kusurlu kısmının dava vekilliğine tenezzül eder mi..? Ve o kusurlu medeniyetin İslâmiyete muhalif kanunları, eski zamandan beri hükûmetin hedefi midir? Hükûmete muarız vaziyet almak nerede, bu kısım kusurlu medeniyet kanunlarına karşı hakaik-ı Kur’âniyeyi ilmî bir surette müdafaa etmek nerede?..
Kur’ân-ı Hakimin âyat-ı kat’iyesiyle, bin üç yüz seneden beri milyonlar tefsirlerinde ve halen kütübhanelerde dolu olan tefsirlerde gibi ayetlerin hakaik-i kudsiyetlerini Avrupa feylosoflarının itiraz ve tecavüzatına karşı otuz seneden beri ettiğim müdafaat-ı ilmiyemi, hükûmetin inkılâbına, prensibine ve rejimine muhalefet-i kasdî var diye, beni ittiham etmek, öyle bir zâhir garaz ve öyle bir esassız vehimdir ki, buradaki mahkeme-i adileye taalluk etmese idi, müdafaa ve cevab vermeyi lâyık görmezdim... ”
{Osmanlıca Lem’alar, s: 795.}
Madde-11:
M. Kema1 ve inkılâblarına karşı tahkir ve muaraza isnadı...
Yükleniyor...