bin sene kadar hak dininin kahraman ordusu olarak zemin yüzünde mefahir-i milliyesini milyonlar menabi-i diniye ile çakan ve kılınçlarının uçları ile yazan bir mübarek milleti; dini reddeder veya dinsiz olur diye ittiham eden yalancı dinsizler ve milliyetsizler, öyle bir cinayet işliyorlar ki, cehennemin esfel-i safilin tabakasında ceza görmeye müstahak olurlar.
Halbuki, Risale-i Nur hayat-ı içtimaiyenin kanunlarını da ihata eden dinin geniş dairesinden bahsetmez. Belki asıl mevzuu ve hedefi, dinin en hâs ve en yüksek kısmı olan imanın erkân-ı azimesinden bahseder...”
{Aynı eser, s: 765.}
“...Hem hükûmetin inkılâbına karşı bir tecavüz hedefi olsa idi, on sene zarfında yalnız yirmi-otuz, uzaktan uzağa ahiret kardeşi bulmak değil, belki benim gibi yüz derece haddinden fazla teveccüh-ü ammeye istemiyerek mazhar olan bir adamın yirmi bin, yüzbin şerikleri, dostları bulunacaktı...”
{Osmanlıca Lem’alar, s: 800.}
“...Müdafaatımın bütün safahatında hükûmetle müsalâhakârane , fakat gizli ve müthiş bir komiteye karşı mübareze vaziyetini gösteren bir kısım tarz-ı ifademdeki maksadım şudur: Nasıl ki hükûmet-i cumhuriye, dini dünyadan tefrik edip bî-tarafane kalmak prensibini kabul etmiş.. Dinsizlere, dinsizlikleri için ilişmediği gibi; dindarlara da dindarlıkları için ilişmemesi o prensibin icabatındandır.
Öyle de, ben dahi bîtaraf ve hürriyetperver olan hükûmet-i cumhuriyeyi dinsizliğe taraftar ve entrikaları çeviren ve hükûmetin memurlarını iğfal eden gizli menfi komitelerden tefrik ediyorum. O entrikacılarla bazen mübareze ediyorum...
Evet inkâr edilmez ki; kâinatta dinsizlik ile dindarlık, Âdem zamanından beri cereyan edip geliyor ve kıyamete kadar gidecektir. Bu meselemizin künhüne vakıf olan herkes, bize olan bu hücumun doğrudan doğruya dinsizlik hesabına dindarlığa bir taarruz olduğunu anlar. Ekser hükemanın Garbta ve Avrupa’da zuhuru.. ve ağleb enbiyanın şark’ta ve Asya’da tulu’ları, kader-i ezelînin bir işaret ve remzidir ki; Asya’da hâkim-i gâlib din cereyanıdır. Elbette Asya’nın ileri karakolu olan bu hükûmet-i cumhuriye, Asya’nın bu fıtrî hasiyetinden ve madeninden istifade eder ve bitarafane prensibini, değil dinsizlik tarafına, belki dindarlık tarafına temayül ettirecektir.-..”
{Aynı eser, s: 819-820.}
Halbuki, Risale-i Nur hayat-ı içtimaiyenin kanunlarını da ihata eden dinin geniş dairesinden bahsetmez. Belki asıl mevzuu ve hedefi, dinin en hâs ve en yüksek kısmı olan imanın erkân-ı azimesinden bahseder...”
{Aynı eser, s: 765.}
“...Hem hükûmetin inkılâbına karşı bir tecavüz hedefi olsa idi, on sene zarfında yalnız yirmi-otuz, uzaktan uzağa ahiret kardeşi bulmak değil, belki benim gibi yüz derece haddinden fazla teveccüh-ü ammeye istemiyerek mazhar olan bir adamın yirmi bin, yüzbin şerikleri, dostları bulunacaktı...”
{Osmanlıca Lem’alar, s: 800.}
“...Müdafaatımın bütün safahatında hükûmetle müsalâhakârane , fakat gizli ve müthiş bir komiteye karşı mübareze vaziyetini gösteren bir kısım tarz-ı ifademdeki maksadım şudur: Nasıl ki hükûmet-i cumhuriye, dini dünyadan tefrik edip bî-tarafane kalmak prensibini kabul etmiş.. Dinsizlere, dinsizlikleri için ilişmediği gibi; dindarlara da dindarlıkları için ilişmemesi o prensibin icabatındandır.
Öyle de, ben dahi bîtaraf ve hürriyetperver olan hükûmet-i cumhuriyeyi dinsizliğe taraftar ve entrikaları çeviren ve hükûmetin memurlarını iğfal eden gizli menfi komitelerden tefrik ediyorum. O entrikacılarla bazen mübareze ediyorum...
Evet inkâr edilmez ki; kâinatta dinsizlik ile dindarlık, Âdem zamanından beri cereyan edip geliyor ve kıyamete kadar gidecektir. Bu meselemizin künhüne vakıf olan herkes, bize olan bu hücumun doğrudan doğruya dinsizlik hesabına dindarlığa bir taarruz olduğunu anlar. Ekser hükemanın Garbta ve Avrupa’da zuhuru.. ve ağleb enbiyanın şark’ta ve Asya’da tulu’ları, kader-i ezelînin bir işaret ve remzidir ki; Asya’da hâkim-i gâlib din cereyanıdır. Elbette Asya’nın ileri karakolu olan bu hükûmet-i cumhuriye, Asya’nın bu fıtrî hasiyetinden ve madeninden istifade eder ve bitarafane prensibini, değil dinsizlik tarafına, belki dindarlık tarafına temayül ettirecektir.-..”
{Aynı eser, s: 819-820.}
Yükleniyor...