çok değişik buldum. Yemeği kabul etmedi. “Götür!” dedi. Tabii hayret içinde kaldım, eve döndüm...”(8)
2. şahit: Tillolu şeyh Cemil Efendi’den naklen:
şeyh Cemil Efendi’den bu hatırayı nakleden Adıyamanlı merhum H. Mahmud Allahverdi’dir. şöyle dedi: (Bizzat H. Mahmut’tan ben dinledim)
“1956 Ekim ayıydı, tahmin ediyorum.. Eniştem Ahmed Hamdi, Hz. Üstâd’ın ziyaretine gitmiş, gelmişti. Üstâd, ona: “Nurşinli şeyh Masum’a selam söyle” demişti.
Eniştem: “şeyh Seyda mı?” diye sormuş.
Üstâd: “Yok, şeyh Ma’sum!.” demiş.
Eniştem döndü, bu selamı nasıl tebliğ edelim diyordu. Korkma ben gider, tebliğ ederim dedim.
Küçük kardeşim de Siirt’te askerdi. Evvela Siirt’e gittim. Kardeşimi gördüm. Sonra Tillo’da şeyh Cemil Efendi’nin ziyaretine gittim.
şeyh Cemil Efendi’ye; Üstâd Hz.leri’nin bir selamını şeyh Ma’sum’a götüreceğimi söyledim. Bunu söyleyince, şeyh Cemil Efendi’nin yanında bir genç vardı. Birden cezbeye geldi. şeyh Cemil Efendi bana: “Siz buna elinizi verin, öpsün, sâkin olsun. Yoksa o sakinleşmez” dedi. Mecburen öyle yaptım, genç de sâkinleşti.
Bunun üzerine şeyh Cemil Efendi dedi ki: Üstâd’la alakalı bir hatıra size anlatayım dedi ve şöyle devam etti:
“şark’tan yollanan sürgünlerden, dörtyüz âlim kadar insan Burdur’da toplanmıştık. İçimizden yalnız Bediüzzaman bir de Molla Mustafa halka ders yapabiliyorlardı. Fakat Üstâd’ın dersleri temsilli, iknalı olduğu için herkesi celbetmişti.
Bir gün, Molla Mustafa, Bediüzzaman’a: “Molla Said! Biz de alimiz, sen de alimsin. Sen bu temsilatı nereden getiriyorsun?” şeklinde sormuştu. Üstâd ona dedi ki: “İlim, gökten inen zenbillere benzer. Bu zenbillere ulaşmanın merdivenleri de takva derecesidir. Herkes takvası nisbetinde oradan ilmi aldığı gibi, temsilatı da beraber alır.” (H. Mahmut bu rivayeti 28.7.1987 Salı günü Urfa’da anlattı).
2. şahit: Tillolu şeyh Cemil Efendi’den naklen:
şeyh Cemil Efendi’den bu hatırayı nakleden Adıyamanlı merhum H. Mahmud Allahverdi’dir. şöyle dedi: (Bizzat H. Mahmut’tan ben dinledim)
“1956 Ekim ayıydı, tahmin ediyorum.. Eniştem Ahmed Hamdi, Hz. Üstâd’ın ziyaretine gitmiş, gelmişti. Üstâd, ona: “Nurşinli şeyh Masum’a selam söyle” demişti.
Eniştem: “şeyh Seyda mı?” diye sormuş.
Üstâd: “Yok, şeyh Ma’sum!.” demiş.
Eniştem döndü, bu selamı nasıl tebliğ edelim diyordu. Korkma ben gider, tebliğ ederim dedim.
Küçük kardeşim de Siirt’te askerdi. Evvela Siirt’e gittim. Kardeşimi gördüm. Sonra Tillo’da şeyh Cemil Efendi’nin ziyaretine gittim.
şeyh Cemil Efendi’ye; Üstâd Hz.leri’nin bir selamını şeyh Ma’sum’a götüreceğimi söyledim. Bunu söyleyince, şeyh Cemil Efendi’nin yanında bir genç vardı. Birden cezbeye geldi. şeyh Cemil Efendi bana: “Siz buna elinizi verin, öpsün, sâkin olsun. Yoksa o sakinleşmez” dedi. Mecburen öyle yaptım, genç de sâkinleşti.
Bunun üzerine şeyh Cemil Efendi dedi ki: Üstâd’la alakalı bir hatıra size anlatayım dedi ve şöyle devam etti:
“şark’tan yollanan sürgünlerden, dörtyüz âlim kadar insan Burdur’da toplanmıştık. İçimizden yalnız Bediüzzaman bir de Molla Mustafa halka ders yapabiliyorlardı. Fakat Üstâd’ın dersleri temsilli, iknalı olduğu için herkesi celbetmişti.
Bir gün, Molla Mustafa, Bediüzzaman’a: “Molla Said! Biz de alimiz, sen de alimsin. Sen bu temsilatı nereden getiriyorsun?” şeklinde sormuştu. Üstâd ona dedi ki: “İlim, gökten inen zenbillere benzer. Bu zenbillere ulaşmanın merdivenleri de takva derecesidir. Herkes takvası nisbetinde oradan ilmi aldığı gibi, temsilatı da beraber alır.” (H. Mahmut bu rivayeti 28.7.1987 Salı günü Urfa’da anlattı).
Yükleniyor...