Bediüzzaman’ın çok heybetli ve vakur bir vaziyeti vardı. Hocaya benzemiyordu . şekli garibti. Yatmazdan önce bana “Sen yat, rahat et!” dedi. Ben elbiselerimle yatağa girdim. Kendisi ise, yatağı topladı. Bağdaş kurarak yatağa yaslandı, oturdu. Ben yine hayret ettim, bu niçin yatmıyor, ne yapacak acaba? diye bakıyordum. Sonra uyuya kalmışım.

Bir ara bir tıkırdı duydum ve uyandım. Baktım elinde bir gaz lambası dışarı çıkmış, kar kışta abdest almış geliyor. Sonra namaza durdu. Bütün geceyi böyle ibadet ve dua ile geçirdi.

Herhalde sabaha yakındı, bir ara bana “Uyandın mı?” diye seslendi. Ben de, evet uyandım dedim.

“Vakit varken biraz daha yat!” dedi.. ve “Biz şafiiyiz, o sebebten namazı erken kılarız. Siz Hanefisiniz, birazdan kılarsın.” dedi.

Halbuki o, değil erken kalkmak, hiç yatmamıştı. Artık ben de yatmadım, abdest alıp beraber namaz kıldık.

Odada soba yanıyordu. Sobada su kaynattı. Yanında birtek ufak bir zenbili vardı. Zenbilden bir demlik çıkardı, içinde bir yumurta kaynattı. Van’dan çıkalı saatler olmuştu, işte ilk defa bu yumurtayı kahvaltı olarak yedi. Daha sonra da tıraş takımlarını çıkarttı. Güzel usturası vardı, onunla tıraş oldu. O köyün ismini hatırlıyamıyorum, sabahleyin oradan ayrıldık. Akşamları hep yol güzergahındaki köylerde kalıyorduk.

Haline, tavrına bakıyordum.. Temizliğe, tıraşına, ibadetine çok dikkat ediyordu. Başkalarının yemeklerini yemiyordu. Komutan Saim Bey de kendisine hürmetkâr davranıyordu. Fakat zahirde ilgilenmekten çekiniyordu.”(72)

7- Üstâd’ın hayatının bu yolculuğu ile ilgili Erzurum tarafından bir hatıra:

Erzurum Pasinler’in Korucuk köyünden Hacı Münir Bey diyor ki:(73) Hazret-i Üstâd Bediüzzaman nefy edilirken bizim buradan geçtiği sırada, bizim köye uğrayıp konakladılar. Başlarında bir müfreze asker ve komutanı vardı. Ben köyün ileri gelenlerinden olduğum için, gittim Üstâd Hazretlerini evime davet ettim. Fakat Üstâd evime gelmedi. Öyle ise, size bir şeyler getireyim, dedim. Üstâd biraz düşündükten sonra sadece yoğurt varsa.. dedi. Yoğurt getirdim, sadece bir kaşık aldı, başka yemedi. Üstâd: “Nasıl yiyebilirim ki, şu yaşadığımız zaman ve zeminde, ma’ruz kaldığımız dehşetli ma’nevî musibet, ümmet-i Muhammed’e cehennem ateşinden daha yakıcıdır.” dedi.

Üstâd’ın ayağında delik olmuş lâstik bir ayakkabı vardı. Ayaklarının su aldığ’ını ve ayağını çok rahatsız ettiğini gördüm. Kıymetli ve sağlam bir ayakkabım vardı. Onu kendisine hediye ile kabul etmesini çok istirham

Yükleniyor...