“Babana selâm söyle, bu bize yapılan işin ve muamelenin sevabını istemesin. Sabretsin, İnşaallah Sahabe-i Kiram’ın ecrini alır. “Ben beydim, ağa idim...“ demesin, çalışsın, ırgatlık etsin. Amelelik etsin. Ekmeğini çıkarsın, kimseye muhtaç olmasın”

Van’dan çıkartılan kafilenin uzunluğu belki bir kilometreyi bulmuştu. Zamanın vasıtalarıyla bir harp hicreti halinde memleketlerinden göz yaşları içinde ayrılıyorlardı..

Bir ara Van müftüsü şeyh Masum Efendi’nin kelepçeden bilekleri sıkışmış, kan oturmuştu. Sıkışan bileklerinin azıcık gevşetilmesini muhafız jandarmalardan rica etmesiyle birlikte, arkadan sırtına indirilen bir dipçik darbesiyle cevab almıştı. İnsafsızca vurulan bu dipçik darbesinden mübarek zayıf, nahif yaşlı insan Masum Efendi yerlere, çamurların içine kapaklanmıştı. Bu acı ve merhametsiz manzara, tüm mazlum sürgün kafilesinin ciğerlerini sızlatmış, yüreklerini kanatmıştı.

Az sonra kafilemiz bir çeşmeye ulaştı. Bediüzzaman Hazretleri bağlı olmıyan sağ eliyle su alarak şeyh Masum Efendi’nin yüzünü, gözünü ve başını yıkamış temizlemişti. Böylece sürgünler kafilesi yoluna devam ediyordu. Üç-dört gün Patnos’ta, bir gece Ağrı’da, bir hafta Erzurum’da kalmıştık. Erzurum’dan sonra, at arabalarıyla yola devam ettik. Trabzon’da yirmi gün kadar bekledik. Trabzon’dan İstanbul’a kadar gemi yolculuğumuz ise, bir hafta sürmüştü.

Üstâd, İstanbul’da yirmi-yirmibeş gün kadar bırakıldı. Ondan sonra aynı gemiyle onu Antalya’ya götürdüler.”(70)

6- Bediüzzaman’ın içinde bulunduğu sürgün kafilesini Van’dan Trabzon’a kadar muhafız jandarma olarak refaket edip götüren, aslen Trabzon’un Çaykara ilçesinden jandarma eri Mustafa Ağralı’nın anlattıkları ise şöyledir:

Yükleniyor...