İşte mevzuun -bu kadar israf-ı kelâm ederek- üzerinde bunca durduğumuzun sebebi budur. Başka hiç bir niyet ve gayemiz yoktur. Bu uzun mukayeseli ve ispatlı tahlil ile beraber, yine de sağlam deliller, mevsuk belgeler ele geçtiği zaman, tahlilimizin neticesi olan kanaatımızı düzeltmeye ve özür dilemeye her zaman hazırız. Bediüzzaman’ın hayatı, onun aziz zatı ve şahsiyeti gibi, her noktasıyla nezihtir, temizdir. Zulümden, adaletsizlikten, nâsezelikten, zühulden müberradır ve uzaktır.
Ve hülâsanın hülâsası olarak; yapılan uzun tahlile istinaden mevzuumuzun netice ve özeti için deriz ki:
O mürşid-i Ümmet ve Dellal-ı Kur’ân olan Hazret-i Bediüzzaman, doğuda cereyan etmiş olaylar zamanında, kendisine gerek danışma için müracaatlara, gerekse onu yardımcı olarak davet edenlere yaptığı irşadkâr nasihatları, ikazkâr öğütleri hep aynı şeyler olmuştur. Hizanlı şeyh Selim’in adamlarına verdiği cevab gibi; şeyh Said’in davet etmesine de, Hüseyin Paşa’nın izin istemesine de aynı irşadkâr nasihatları yapmıştır. O nasihatların da hülâsası şudur:
“Bazı kumandanlar, reisler ve hükümet ricali dinsizlik yapıyorsa da, fısk yapıyorsa da, günah işliyorsa da; o dinsizlikler, o fısklar, o günahlar yapanlara aittir. Onların emri altındakiler mes’ul olamazlar, ma’sumdurlar. Kılınç çekmekle, karşı koymakla, iki taraftaki Müslüman kanı dökülecek, masumlar ezilecek ve belki de daha çok zulümler ve cinayetlere sebebiyet verilecektir. O ise, din adına, İslâmiyet namına cihad olamaz. Dâhilde karışıklık çıkarmak, ihtilaller ihdas etmek, hem dine, hem millete, hem de memlekete zarardan başka bir şey getirmez ve hakeza...”
— o O o —
Yükleniyor...