ihya edelim. Bunu kabul edersen, canımı bile feda ederek çalışırım” diyordu.

Benim âşikâr olarak okuduğum mektubu misafirlerimiz dinledikten sonra, Mustafa Paşa Mevlanzade’ye: “Rıf’at Bey! Sen yanlış düşünüyorsun, Bediüzzaman doğru söylüyor. Kürdistan kurmak değil, Osmanlı imparatorluğunu kurmak lâzımdır” dedi.

Said-i Nursî’nin o mektubu benim cebimde kalmıştı. Evraklarım arasında yazıhanemde duruyordu. 1926 senesi yazında evimden ve yazıhanemden evraklarım çalınmıştı. O zamanki İstanbul Polis müdüriyeti, l. şube kısm-ı siyasî sivil komiserlerden o sırada Sarıyer’de oturan bir adam tarafından evim ve yazıhanem yoklandığında, çalınan evrak arasında bu mektub da bulunuyordu.”(37)

şimdi Konsolidçi Asaf Bey’in bu rivayet ve hatırasıyla yukarda Eşref Edib’in naklettiği tarz hususunda sıraladığımız sualler bura için de aynen geçerli olmakla birlikte, daha değişik bir açıdan da bir iki noktayı tahlil etmek istiyoruz:

Evvela: Konsolidçi Asaf’ın hikâye ettiği meselenin, 1918-1922 arası bir zamanda cereyan ettiği görülmektedir. Çünki göstermelik bir Ermenistan, Rusların himayesi altında 1918 yılında kurulmuştu. Bu tarihte ise, Hazret-i Üstâd Bediüzzaman esaretten kurtulmuş, İstanbul’a yeni gelmiştir. Bir iki ay sonra da Darül Hikmet-il İslâmiye a’zalığına tayin edilmiştir. Buna göre Hazret-i Üstâd’ın 1918 Temmuzu’ndan 1922 Kasımı’na kadar, hiç bir yere ayrılmadan hep İstanbul’da kalmış olduğu katidir diyoruz. Çünkü bu dört sene zarfında onun İstanbul’dan ayrılıp da başka bir yere gittiğine dair hiç bir rivayet ve nakil mevcud değildir. Konsolidçi Asaf ise, Bediüzzaman’ın bir ara, yani mezkûr tarihlerde İstanbul’dan ayrıldığını ve Mevlanzade Rıf’at ona mektup yazarak, tasarladığı niyetine onun müzaharetlerini de istediğini.. Bediüzzaman, Mevlanzade Rıf’at’ın mektubuna, başka bir yerden mektupla cevab verdiğini yazmaktadır.

Gerçi Konsolidçi Asaf’ın rivayeti içindeki mânâ, Üstâd Bediüzzaman için filhakika ve mutlaka doğrudur, hakikattır ki; Osmanlı hilâfetini muhafaza etmek ve girdiği girdaptan onu çekip çıkarmak ve kurtarmak ve yol göstermek, onun hayatının birinci gavesi halindeydi. Hem Konsolidçi’nin bahsettiği gibi, gerçekten Bediüzzaman Hazretleri eğer farz-ı muhal olarak arzu etmiş olsaydı, isteseydi; bir Kürdistan değil, on tane Kürdistan’da kurabilirdi. Ama Üstâd’ın hiç bir zaman öyle bir niyeti, bir arzusu ve bir teşebbüsü olmadığı gibi, Mevlânzâde Rıf’at’ın belki de o tarz bir niyeti olmuş olabilirdi.

Yükleniyor...