Molla Resûl, Molla Yusuf, Molla Ma’ruf gibi âlimler.. Bu zatlar en yüksek ilmî mes’eleleri hiç çekinmeden Üstâd’a sorarlar, Üstâd onlara cevablar verirdi. Nurşin camii böylece bir ilim ve irfan mektebi olmuştu.
Üstâd, Cuma günleri Nurşin camiinde va’zlar verirdi. İlk başlarda Kürtçe va’z ederdi. Fakat sonra, cemaattan bazılarının Kürtçe anlamadığını görünce, artık hep va’azlarını Türkçe vermeye başladı. Hatta bir gün cemaate demişti ki: “Cemaatten bazı Türk kardeşlerimiz Kürtçe bilmiyorlar. Onun için va’zı Türkçe vermem lâzımdır”
Va’azlarının mevzuu; haşir, âhiret ve vahdaniyyet üzerindeydi. Ağır mevzu’lardı. Çoğu kimseler mevzuu kavrıyamazdı. Molla Resûl bir gün, va’azlarının mevzuunun ağır olduğunu ve cemaatin anlıyamadığını söylemesi üzerine, Üstâd: “Evet, biliyorum, va’azlarımın mevzuu ağırdır, anlaşılmıyor. Fakat ben imanın temellerini sağlam inşa etmek istiyorum. Temel sağlam olursa, zelzelelerle yıkılmaz” buyurmuşlardı.
Günlerden bir gün, Molla Resul ve diğer ulema cami’de İbn’ül-Hacer kitabından ders alıyorlardı. Ben de hazırdım. Üstâd, kitabın bir yerinde biraz durdu. Sonra metne bir ma’na verdi. Molla Resûl: Seyda! dedi. Sizin verdiğiniz mana ile, kitabın metni birbirini tutmuyor, hangisi doğrudur?
Üstâd biraz sükût ettikten sonra, yine verdiği manayı tekrarladı. Fakat Molla Resûl yine müdahale etti. “Kitabın metnini mi, yoksa sizin verdiğiniz manayı mı, hangisini kabul edelim?” dedi.
Bunun üzerine Üstâd hiddetlendi ve dedi: “Ey ahmak Molla Resül! şu..şu.. musanniflerin, müelliflerin ilimleri deniz de olsa, Said’in topuğuna bile ulaşamaz... Doğru olanı benim verdiğim ma’nadır.”
Bir kaç dakika sonra, Üstâd istiğfar çekti ve “Yahu niçin beni hiddete getiriyorsunuz?” dedi.
Yine bir gün, Nurşin camiinde Üstâd’la ben, oda şeklinde yaptığımız cami köşesinin hücresindeydik. Bana dönerek Molla Hamid dedi. “Bak, ben nurlar içinde kalmışım”
Ben bir şey anlıyamadım. Anlıyamadığımı görünce, izah etmeye başladı:
“Benim doğduğum köy Nurs, annemin ismi Nur’e, Hocam Nurî, kaldığım cami’ Nurşin!.. Bak duvarda bizim odanın köşesine düşen levhada Osman-ı Zinnureyn yazılı” diyerek, duvarda asılı bulunan levhayı tebessüm ederek gösterdi...”
Ve daha bunlar gibi merhum Molla Hamid Efendi’nin Nurşin camiinde Üstâdıyla beraber kaldığı günlerde, Üstâdından görüp işittiği çok hatıraları vardır. Biz şimdilik bu kısımla iktifa ederek, Erek Dağı faslına geçeceğiz, onun hatıralarına orada devam edeceğiz.
Üstâd, Cuma günleri Nurşin camiinde va’zlar verirdi. İlk başlarda Kürtçe va’z ederdi. Fakat sonra, cemaattan bazılarının Kürtçe anlamadığını görünce, artık hep va’azlarını Türkçe vermeye başladı. Hatta bir gün cemaate demişti ki: “Cemaatten bazı Türk kardeşlerimiz Kürtçe bilmiyorlar. Onun için va’zı Türkçe vermem lâzımdır”
Va’azlarının mevzuu; haşir, âhiret ve vahdaniyyet üzerindeydi. Ağır mevzu’lardı. Çoğu kimseler mevzuu kavrıyamazdı. Molla Resûl bir gün, va’azlarının mevzuunun ağır olduğunu ve cemaatin anlıyamadığını söylemesi üzerine, Üstâd: “Evet, biliyorum, va’azlarımın mevzuu ağırdır, anlaşılmıyor. Fakat ben imanın temellerini sağlam inşa etmek istiyorum. Temel sağlam olursa, zelzelelerle yıkılmaz” buyurmuşlardı.
Günlerden bir gün, Molla Resul ve diğer ulema cami’de İbn’ül-Hacer kitabından ders alıyorlardı. Ben de hazırdım. Üstâd, kitabın bir yerinde biraz durdu. Sonra metne bir ma’na verdi. Molla Resûl: Seyda! dedi. Sizin verdiğiniz mana ile, kitabın metni birbirini tutmuyor, hangisi doğrudur?
Üstâd biraz sükût ettikten sonra, yine verdiği manayı tekrarladı. Fakat Molla Resûl yine müdahale etti. “Kitabın metnini mi, yoksa sizin verdiğiniz manayı mı, hangisini kabul edelim?” dedi.
Bunun üzerine Üstâd hiddetlendi ve dedi: “Ey ahmak Molla Resül! şu..şu.. musanniflerin, müelliflerin ilimleri deniz de olsa, Said’in topuğuna bile ulaşamaz... Doğru olanı benim verdiğim ma’nadır.”
Bir kaç dakika sonra, Üstâd istiğfar çekti ve “Yahu niçin beni hiddete getiriyorsunuz?” dedi.
Yine bir gün, Nurşin camiinde Üstâd’la ben, oda şeklinde yaptığımız cami köşesinin hücresindeydik. Bana dönerek Molla Hamid dedi. “Bak, ben nurlar içinde kalmışım”
Ben bir şey anlıyamadım. Anlıyamadığımı görünce, izah etmeye başladı:
“Benim doğduğum köy Nurs, annemin ismi Nur’e, Hocam Nurî, kaldığım cami’ Nurşin!.. Bak duvarda bizim odanın köşesine düşen levhada Osman-ı Zinnureyn yazılı” diyerek, duvarda asılı bulunan levhayı tebessüm ederek gösterdi...”
Ve daha bunlar gibi merhum Molla Hamid Efendi’nin Nurşin camiinde Üstâdıyla beraber kaldığı günlerde, Üstâdından görüp işittiği çok hatıraları vardır. Biz şimdilik bu kısımla iktifa ederek, Erek Dağı faslına geçeceğiz, onun hatıralarına orada devam edeceğiz.
Yükleniyor...