Hazret-i Üstâd bilâhare Isparta’nın Barla nahiyesine zulmen nefy edilip götürüldüğü günlerde, vazifeli bazı me’murlar tarafından kendisine: “Sen vazifesiz bir adamsın, hem de nefye mahkûmsun. Dinî neşriyatı yapamazsın” mealindeki ta’rizlerine karşı verdiği cevabta:

“...Hem de sizin o resmî daireniz dahi, memlekette iken beni vaiz kabul etti, tayin etti. Ben o vaizliği kabul ettim, fakat maaşını terkettim. Elimde vesikam var. Vaizlik, imamlık vasikasıyla her yerde amel edebilirim. Çünki benim nefyim haksız olmuştur. Hem menfiler madem iade edildi. Eski vesikalarımın hükmü bakidir”(11) demektedir.

Yine Eskişehir müdafaanamesinde, iddianamenin benzer bir ta’rizine karşı Üstâd şöyle demektedir:

“...Hem de Haziran 13, 1935’e kadar hem vaizlik, hem imamlık vesikalarım vardı...”(12)

İşte, Hazret-i Üstâd, bu resmî belgelere de dayanarak, Van’da iken arasıra cemaate va’z ve nasihatlarda bulunmaktaydı.

Molla Hâmid’in anlattığına göre; Üstâd’ın vaazları, hep ilerde te’lif edilecek olan Rilale-i Nurların hakikatlarından dersler şeklindeydi. Ağır imanî mevzuları işliyordu. Haşr-i Cismanî’nin hakikatını ispat gibi, cemaatın anlaması güç mes’elelerdi. Hatta birgün Molla Resûl müdahale ederek dedi ki:

“Kurban, ezgulam! Sizin va’zlarınızı bizler bile anlıyamıyoruz. Cemaat, avam-ı halktandır, nasıl anlasınlar!”

Bunun üzerine Hazret-i Üstâd:

“Evet, benim va’zlarım belki anlaşılmıyor. Fakat benim gayem, İmanın temellerini sağlam şekilde inşa etmektir. Temel sağlam olursa, zelzelelerle yıkılmaz. Amma bununla beraber vaz’ ettiğimde biriniz yanıma oturunuz, mevzu’ fazla derinleşince hatırlatırsınız.” diye cevab vermişlerdi.

Yine Molla Hamid Efendi diyor ki: “Üstâd Hazretleri Van’a ilk geldiği aylarda, Nurşin camiinde Kürtçe va’zederdi. Fakat sonra cemaatin içinde Kürtçe bilmiyenlerin varlığını görünce, -ki onlar az idi- Üstâd dedi ki: “Cemaat, ben şimdiye kadar bir kaç kez va’zımı Kürtçe yaptımsada, bundan sonra Türkçe yapacağım. Çünkü cemaatın içinde Kürtçe lisanını anlamıyanlar var.” dedi.

Yükleniyor...