“Ben Hazret-i Üstâd’ı onbeş-onaltı yaşlarında iken Van’ın Nurşin camiinde gördüm. Kopanisli Molla Yusuf, Çermikli Molla Yusuf, Molla(*) Resûl ve Molla Hamid’le beraber Üstâd’dan Nurşin camiinde ders aldık. Babam Abdülmecid Efendi de, âlim ve fazıl bir zat idi. O da Hazret-i Üstâd’dan ders almıştı. Eskiden Üstâd’la babam, birlikte sık sık gezerler ve bizim eve gelirlerdi, uzun uzun sohbet ederlerdi.

Bir gün bizim evde bir gece sohbeti oldu. Bu sohbette Hazret-i Üstâd, şeyh Masum Efendi, şeyh Enver, şeyh Hüseyin, Molla Resûl, Molla Zahir, babam Abdülmecid ve fakih Haydar Efendi’ler vardı. Ben bir taraftan çay dağıtırken, bir taraftan da sohbete kulak misafiri oluyordum. Üstâd Hazretleri konuşmaya başlayınca, bütün bu zatlar pür-dikkat kesilip dinliyorlardı. Üstâd konuşurken, babam da benden içerden çeşitli kitaplar getirmemi istiyordu ve “Bunlar Üstâd’ın sözlerini anlamıyorlar, sonra da kalkıp bu kitapları karıştırıyorlar” diyordu.

Yine günlerden bir gün, Molla Resûl, Kopanisli Molla Yusuf ve ben Hazret-i Üstâd’la birlikte Zeve köyüne gittik. Rus-Ermenî mezaliminde “Zeve” halkı çoluk-çocuğuyla tamamen şehid edilmişti. Üstâd ayakta durarak buyurdular ki: “Burası şehidler yatağıdır. Kardeşim Molla Ahmed-i Cano da burada yatıyor”(7) dedi ve kendini tutamıyarak ağlayıp göz yaşlarını döktü.

Üstâdın Van’daki son hayatı özetle şöyle idi: Çok ibadet eder, hep münacâtta bulunurdu. Dua ve münacaatlarını bilhassa yüksek yerlerde yapmasını tercih ederdi. Ben bir gün Nurşin camiinin damında onun dua ve münacâtlarının şeklini görmüştüm. Hiç unutamıyorum, onun pür-haşyet halini ve münacât tarzını hiç kimsede görmemişim.

Yine bir gün, Üstâd ve bazı talebeleriyle birlikte Van kal’asının başına çıkmıştık. Burada da kendisi yüksekçe bir tepeye çıktı..Ve seccadesini serip münacâta başladı.

Bunlardan başka, Van kalesinde çeşitli ders ve sohbetlerini dinledik. Ders yaparken, Horhor medresesinin mevkiine bakarak anlatırdı. Birinci Cihan Harbi’nde Ruslar ve Ermeniler o medreseyi de yıkıp yakmışlardı.

Yükleniyor...