gösteren cenazesinin ma’nevî azametine işareten, koca Van kal’asının yekpare taşı ona bir mezar taşı olmuş. Âdeta o medresedeki, sekiz sene evvel benimle beraber bulunan merhum talebelerim, kabirlerinde benimle beraber ağlıyorlar.. Belki o kasabanın harabe duvarları, dağılmış taşları benimle beraber ağlıyorlar.. Ve onları ağlıyor gibi gördüm...
Ben o vakit anladım ki; vatanımdaki bu gurbete dayanamıyacağım. Ya ben de kabre, onların yanına gitmeliyim. Veyahut dağda bir mağaraya çekilip, ecelimi orada beklemeliyim diye düşündüm... Ve dedim madem dünyada böyle tahammül edilmez, sabır-şiken, mukavemet-sûz, yandırıcı firkatler var. Elbette mevt, hayata râcihtir. Hayatın bu ağır vaziyeti çekilir dertlerden değildiır...”(3)
Bu ricanın sonunda, imanın güzel, şirin lemalarıyla vaziyetin değiştiğini kaydetmiştir.
Kardeşi Abdülmecid Efendi’nin Evinde
Üstâd Hazretleri Van’a gittiği ilk günlerdeki zamanını, küçük kardeşi Molla Abdülmecid Efendi’nin evinde (Kaç gün kaldığı kesin bilinmemekle beraber) geçirdi. Burada hergün ziyaretçi, hergün gelen misafirler ile Abdülmecid Efendi’nin evi dolup dolup boşanmaktaydı. Bu durum hem evin hanımının işini zorlaştırıyor, hem de maddî kûlfet ile kardeşine zahmet ve yük oluyordu. Üstâd bunu hissediyordu. Bir gün kardeşi Abdülmecid’e:
“Benim, görüyorsun ki, çok misafirlerim geliyor. Ev hanımı refikan Rabia’ya da zahmetler oluyor. Bana müsaade et, ben Nurşin camiinde kalayım. Yine her sabah benim kahvaltımı Rabia hazırlasın göndersin” diyerek gönlünü aldı ve Nurşin camiine gitti yerleşti. Bundan sonra her sabah -Fakat ne kadar zaman sürmüş bilmiyoruz- Molla Abdülmecid’in evinden Nurşin camiine Üstâd’ın kahvaltısı hazırlanarak gitti..
Abdülmecid’in Hanımı Rabia Hanım’ın Anlattıkları
“...Birinci Cihan Savaşı’ndan sonra, Seyda Van’a geldiği zaman, bizim Toprakkale semtindeki evimizde bir müddet kaldı. Evimize onu ziyaret için hemen her gün bir çok kimseler gelip giderlerdi. Biz de yeni evlenmiştik. Oğlum Fuat beş altı aylıktı. Onu ilk defa Seyda yürüttü. Ben misafirlerin ziyade kalabalık olmasından sıkılıyordum, amma hiç kimseye hal diliyle de olsa bir şey demiyordum.
Ben o vakit anladım ki; vatanımdaki bu gurbete dayanamıyacağım. Ya ben de kabre, onların yanına gitmeliyim. Veyahut dağda bir mağaraya çekilip, ecelimi orada beklemeliyim diye düşündüm... Ve dedim madem dünyada böyle tahammül edilmez, sabır-şiken, mukavemet-sûz, yandırıcı firkatler var. Elbette mevt, hayata râcihtir. Hayatın bu ağır vaziyeti çekilir dertlerden değildiır...”(3)
Bu ricanın sonunda, imanın güzel, şirin lemalarıyla vaziyetin değiştiğini kaydetmiştir.
Kardeşi Abdülmecid Efendi’nin Evinde
Üstâd Hazretleri Van’a gittiği ilk günlerdeki zamanını, küçük kardeşi Molla Abdülmecid Efendi’nin evinde (Kaç gün kaldığı kesin bilinmemekle beraber) geçirdi. Burada hergün ziyaretçi, hergün gelen misafirler ile Abdülmecid Efendi’nin evi dolup dolup boşanmaktaydı. Bu durum hem evin hanımının işini zorlaştırıyor, hem de maddî kûlfet ile kardeşine zahmet ve yük oluyordu. Üstâd bunu hissediyordu. Bir gün kardeşi Abdülmecid’e:
“Benim, görüyorsun ki, çok misafirlerim geliyor. Ev hanımı refikan Rabia’ya da zahmetler oluyor. Bana müsaade et, ben Nurşin camiinde kalayım. Yine her sabah benim kahvaltımı Rabia hazırlasın göndersin” diyerek gönlünü aldı ve Nurşin camiine gitti yerleşti. Bundan sonra her sabah -Fakat ne kadar zaman sürmüş bilmiyoruz- Molla Abdülmecid’in evinden Nurşin camiine Üstâd’ın kahvaltısı hazırlanarak gitti..
Abdülmecid’in Hanımı Rabia Hanım’ın Anlattıkları
“...Birinci Cihan Savaşı’ndan sonra, Seyda Van’a geldiği zaman, bizim Toprakkale semtindeki evimizde bir müddet kaldı. Evimize onu ziyaret için hemen her gün bir çok kimseler gelip giderlerdi. Biz de yeni evlenmiştik. Oğlum Fuat beş altı aylıktı. Onu ilk defa Seyda yürüttü. Ben misafirlerin ziyade kalabalık olmasından sıkılıyordum, amma hiç kimseye hal diliyle de olsa bir şey demiyordum.
Yükleniyor...