Türküm” Yani Müslümanım şeklinde cevab veriyorlar, Türklüğü Müslümanlık olarak kabul ediyorlardı.
Bu tarihî gerçekle birlikte, şu hakikati de dile getirmek lâzımdır ki; hakikî Türk unsurundan olanların, adeta fıtrî bir şekilde İslâm dinine karşı hürmetkârlıkları ziyade olup, dine ve din ilmine hizmet etmek, din âlimlerine ziyadesiyle hürmet etmek fıtrî bir seciyeleri olmuştur. Kim bilir, belki bu noktadandır; Bediüzzaman Hazretleri şifahî olarak bir çok defalar ifade buyurmuşlardır ki: “Dikkat ettim, bana zulmeden, eziyet veren ve ta’ciz eden kimselerin hakiki Türk olmadıklarını anladım”(*)
Üstâd’ın bu ifadesinin mefhum-ı muhalifiyle; Bediüzzaman Hazretleri’ni keyfî ve küfrî olarak ta’ciz edenler, eziyet verenler hep dönme gibi insanlar olduğu anlaşılır gibi bir ma’na geliyor hatırına insanın..
Bediüzzaman’ın Öz İfadeleriyle Türk Milleti
Hazret-i Üstâd’ın evvela Eski Said ta’bir ettiği dönemdeki eserlerinden bu mevzuda bir iki nümune arz ettikten sonra, Yeni Said döneminde yazılmış Risale-i Nur’lardan da bazı örnekler arz etmeye çalışacağız:
1- 1908’de “Kürdistan Ulema ve Meşayih ve Rüesa ve Efradına Meşrutiyet’e Dair Telkinattır” başlığı altında, ilk önce telgraf şeklinde şark vilayetlerine çektiği, sonra da bir makale şeklinde gazeteler de neşrettiği yazısının bir bölümünde şöyle der:
“Kulüp ki, efkâr-ı umumiyenin ma’kesi ve mevcudiyet-i kavmiyenin mir’at ve mihrakıdır.. Biz ki güya akıl ve marifetimiz kuvvet ve cesaretimizde mündemiç ve münteşirdir. Mevcudiyetimizi ve efkâr-ı umumiyemizin kıymetini rakibimizle muvazene etsek, tenzil edeceğiz. Bize lâzım Türklerle -ki güya mazlumiyetle zayi’ olan eski şanlı kuvvetleri akıl ve marifetlerine inzimam etmiştir- ittihad edeceğiz. Onlar bizi müdafaa etsin. Zira onlara çok ücret vermişiz.”(98)
2- Yine 1908 yılı içinde o zaman İstanbul’da bulunan ve mevcudu otuz-kırk bini aşan hammal ve işçi Kürtlere ettiği nasihat ve Meşrutiyet hakkındaki telkinat yazısının bir bölümünde şöyle demektedir:
“...Altı yüz seneden beri bayrak-ı tevhidi umum âleme karşı ilân eden.. Ve istibdada şiddet-i itaat ve terk-i âdat-ı milliye ile ihtiyarlanan bizim şanlı Türk pederlerimize kuvvet ve cesaretimizi peşkeş ve hediye edelim. Elhasıl: Türkler bizim aklımız, biz de onların kuvveti.. Mecmuumuz bir iyi insan oluruz. Hod-sarane (baş çekerek) yapmıyacağız...”(99)
Bu tarihî gerçekle birlikte, şu hakikati de dile getirmek lâzımdır ki; hakikî Türk unsurundan olanların, adeta fıtrî bir şekilde İslâm dinine karşı hürmetkârlıkları ziyade olup, dine ve din ilmine hizmet etmek, din âlimlerine ziyadesiyle hürmet etmek fıtrî bir seciyeleri olmuştur. Kim bilir, belki bu noktadandır; Bediüzzaman Hazretleri şifahî olarak bir çok defalar ifade buyurmuşlardır ki: “Dikkat ettim, bana zulmeden, eziyet veren ve ta’ciz eden kimselerin hakiki Türk olmadıklarını anladım”(*)
Üstâd’ın bu ifadesinin mefhum-ı muhalifiyle; Bediüzzaman Hazretleri’ni keyfî ve küfrî olarak ta’ciz edenler, eziyet verenler hep dönme gibi insanlar olduğu anlaşılır gibi bir ma’na geliyor hatırına insanın..
Bediüzzaman’ın Öz İfadeleriyle Türk Milleti
Hazret-i Üstâd’ın evvela Eski Said ta’bir ettiği dönemdeki eserlerinden bu mevzuda bir iki nümune arz ettikten sonra, Yeni Said döneminde yazılmış Risale-i Nur’lardan da bazı örnekler arz etmeye çalışacağız:
1- 1908’de “Kürdistan Ulema ve Meşayih ve Rüesa ve Efradına Meşrutiyet’e Dair Telkinattır” başlığı altında, ilk önce telgraf şeklinde şark vilayetlerine çektiği, sonra da bir makale şeklinde gazeteler de neşrettiği yazısının bir bölümünde şöyle der:
“Kulüp ki, efkâr-ı umumiyenin ma’kesi ve mevcudiyet-i kavmiyenin mir’at ve mihrakıdır.. Biz ki güya akıl ve marifetimiz kuvvet ve cesaretimizde mündemiç ve münteşirdir. Mevcudiyetimizi ve efkâr-ı umumiyemizin kıymetini rakibimizle muvazene etsek, tenzil edeceğiz. Bize lâzım Türklerle -ki güya mazlumiyetle zayi’ olan eski şanlı kuvvetleri akıl ve marifetlerine inzimam etmiştir- ittihad edeceğiz. Onlar bizi müdafaa etsin. Zira onlara çok ücret vermişiz.”(98)
2- Yine 1908 yılı içinde o zaman İstanbul’da bulunan ve mevcudu otuz-kırk bini aşan hammal ve işçi Kürtlere ettiği nasihat ve Meşrutiyet hakkındaki telkinat yazısının bir bölümünde şöyle demektedir:
“...Altı yüz seneden beri bayrak-ı tevhidi umum âleme karşı ilân eden.. Ve istibdada şiddet-i itaat ve terk-i âdat-ı milliye ile ihtiyarlanan bizim şanlı Türk pederlerimize kuvvet ve cesaretimizi peşkeş ve hediye edelim. Elhasıl: Türkler bizim aklımız, biz de onların kuvveti.. Mecmuumuz bir iyi insan oluruz. Hod-sarane (baş çekerek) yapmıyacağız...”(99)
Yükleniyor...